Bir zamanlar yoksul mu yoksul bir ninenin, miskin bir kedisi vardı. Nine fakir olduğu için, kedisine artıkları veriyordu. Ciğer, et, ekmek, işkembe gibi yiyecekleri kedi rüyasında bile göremezdi yoksa. Miskin kedi bazen bir fare yakalıyor, kendisini şanslı görüyordu.
Günler böyle geçip giderken, bizim miskin kedi, iyice zayıflamış, çelimsizleşmişti. Bir gün evin damına çıktı. Baktı, orada iri yapılı, semiz mi semiz bir kedi var. Doğrusu onu kendisinin yanında bir kaplan gibi gördü.
Zayıf kedi: “Niçin ben böyle güçsüz, bakımsızım, sen böyle şişman, semizsin?” diye sordu.
Semiz kedi: “Sen de her gün padişahın sarayında bulunursan, türlü türlü yemekler yersin, benim gibi olursun.” dedi.
Güçsüz kedinin aklına yattı bu.
Her gün miskin miskin oturuyordu. Yoksul ninenin evinde ne vardı ki? Ne yiyecek, ne de içecek. .. Semiz kediye:
“Ne zaman saraya gidersen, haber ver birlikte gidelim.” dedi.
Semiz kedi de bunu kabul etti.
Güçsüz kedi, akşam olduğunda durumu nineye anlattı. Nine:
“Vah vah!” dedi. “Çok üzüldüm. Hırstan ancak zarar gelir, şimdi sen bunu düşünemiyorsun.”
Kedi, nineye gülüp geçti. Ertesi gün yiyeceği türlü türlü yiyecekleri düşünüyordu.
Sabah oldu. Semiz kedi, pencereden; “Miyaav! Miyaaav!” diye zayıf kediyi çağırdı.
Birlikte saraya gittiler. Fakat sarayda durum hiç de tekin değildi. Padişah, yüzlerce kedinin miyavlamasından bıkmış usanmıştı. Adamlarına:
“Bundan soma gelecek yabancı kedileri öldürün!” diye emir vermiş; bunun için de özel olarak okçular hazırlamıştı.
Semiz kediyle, ninenin kedisi durumdan habersiz iştahla yemek artıklarına saldırdılar.
Bunun üzerine okçular harekete geçti. Bizim zavallı kedi, tam midesinden bir ok yedi ve oracıkta ölüverdi. Elindekiyle yetinmeyip, açgözlülüğünün cezasını böyle çekti.
(Hint Masalı)