Evvelki zamanlardan bir zamanda bir hükümdar varmış. Bu hükümdar, halkın durumunu bizzat yakından takip edermiş.
Bir gün ava çıkmış, uzaklarda bir Türkmen köyü görmüş. Tek başına o köye yaklaşmış. Genç bir çoban görmüş. Çok susayan hükümdar, genç çobandan su istemiş. Çoban, büyük bir saygı ile:
“Hükümdarım, babam şu tepenin ardına su almaya gitti. Gelince, o sudan içersiniz. Çünkü, pek şifalıdır.” demiş.
Fakat, çoban biraz zaman geçtikten sonra eve gitmiş, bir tas su getirmiş. Hükümdar, suyu içtikten sonra:
“Ey çoban, babanın su getirmesini neden beklemedin?” diye sormuş. Çoban:
“Siz, biraz önce terliydiniz. Suyu hemen içseydiniz, sizi rahatsız edecekti. O yüzden biraz bekledim. Kusurumu bağışlayın.” karşılığını vermiş.
Çobanın bu inceliğinden ve saygısından dolayı pek memnun kalan hükümdar, onu saraya getirmiş. İpekli elbiseler giydirmiş. Bundan sonra sarayda kalmasını söylemiş. Çoban, çarığını ve postunu kaldığı odanın bitişiğindeki odanın duvarına asmış. Her sabah bu odaya girer:
“Sakın kendini büyük görme. Unutma ki, sen eskiden şu çarıkla postu giyerdin!” diyerek odasından çıkarmış. Bazı saray görevlileri hükümdara:
“Hükümdarımız, bu çoban, odayı devamlı kapalı tutuyor. Galiba, altın gümüş biriktirip saklıyor!” diyerek şikayette bulunmuşlar.
Bunun doğru olup olmadığını anlamak isteyen hükümdar, derhal odanın aranmasını emretmiş. Odaya girenler, bir çarık ve bir posttan başka bir şey bulamamışlar. Odanın içini kazmışlar. Ne altın, ne gümüş bulabilmişler. Doğruyu padişaha mecburen söylemişler. Padişah, çobana iftira atanları tutuklatmış. Sonra, çobanı huzuruna çağırıp şöyle demiş:
“Bundan sonra, sarayın hazine başkanı sen olacaksın.”
Çoban, böylece alçakgönüllü olmasının ve doğruluğunun ödülünü almış. Hükümdar da iftiracılara hak ettikleri cezayı vermiş.
İnsan ne kadar yükselirse, gönlü o kadar alçalmalıdır.
Denis Diderot