Vakti zamanında bir ülkede iyi yürekli, adil bir padişah varmış. O kadar zekiymiş ki, çevresine hiçbir dalkavuk yaklaşamıyormuş. Halk, padişahını; padişah da halkını çok seviyormuş. Ama günün birinde, birkaç dalkavuk saraya sızmayı başarabilmiş.
Adaletli padişah bir gece korkunç bir rüya görmüş. O kadar etkilenmiş ki, yatağından bağırarak uyanmış. Saraydaki herkes, padişahın durumunu merak edip yanına koşmuş.
Padişah, yanındakilere: “Merak etmeyin, korkacak bir şey yok. Yalnızca çok kötü bir rüya gördüm o kadar.” demiş. Sonra, rüyasını sarayın yorumcularına anlatmış:
“Rüyamda, yılanlar beni boğazımdan sıkıp yerin altına çekmeye çalışıyorlardı. Bu arada ağaçların hepsinden üzerime ateşler fışkırıyordu.
Tabirciler, rüyayı dinledikten sonra: “Allah hayırlara getirsin padişahım ama herhalde biraz sıkıntılı günler geçireceğiz. Yakın bir zaman sonra memleketimize aylarca sürecek olan yağmurlar yağacak. Bu yağmurlar bereket yerine felaket getirecek. Susuzluğu gidereceği yerde, daha da artıracak. Dağ taş susuzluktan yarılacak. İşin daha da kötüsü bu yağmur suyundan içenler delirecek.” demişler.
Tabircileri dinleyen padişah derin bir düşünceye dalmış. Vezirlerini yanına toplayıp, onlarla görüşmüş. Saraya sızmayı başaran dalkavuk vezirler:
“Sultanım, sarayın depolarını suyla dolduralım, bu su bize rahatlıkla yeter. Halk da başının çaresine baksın.” demişler.
İyi kalpli vezirler ise: “Sultanım, halka durumu önceden haber verelim ki önlemlerini alsınlar.” demişler.
Padişah, bu son öneriyi kabul etmiş ve tellallarla halka duyurmuş. Tellallar:
“Duyduk duymadık demeyiiin! Bir süre sonra ülkemize yağmurlar yağacak. Sakın bu yağmur suyunu içmeyin. İçenler delirip yollara düşecek. Şimdiden sularınızı tedarik edin!” diye şehrin tüm sokaklarında bağırmışlar.
Saraydakiler, büyük sarnıçları suyla doldurmuşlar. Ama halkın küçük testilerinden başka su koyabilecek kapları yokmuş. Onlar da bulabildikleri kap kaçaklara sularını doldurmuşlar.
Aradan çok bir zaman geçmeden hava karışmış, gök gürlemiş ve beklenen yağmurlar yağmaya başlamış …
Halk bir müddet yağmur suyundan içmemiş. Ama kaplarındaki sular bitince mecbur kalmışlar yağmur suyunu içmeye. İçen delirmiş, içen delirmiş. Gün geçtikçe delirenlerin sayısı artıyormuş. Neredeyse tüm halk deli olacakmış.
İyi yürekli padişah, halkının bu halini gördükçe içi içini kemiriyormuş. Sonunda, vezirlerine:
“Halkım dışarıda delirirken, ben temiz su içmeye utanıyorum. Halkım ne içiyorsa, ben de onu içeceğim.” demiş.
Dalkavuk vezirler; “Eğer padişah o sudan içerse bizi de yağmur suyu içmeye zorlar.” diye padişahı fikrinden vazgeçirmeye çalışmışlar ama bir türlü laf dinletememişler.
Padişah; “Halkım ne içerse ben de onu içeceğim!” diye ısrar etmeye devam ediyormuş.
Dalkavuk vezirler: “Padişahımız herhalde gizlice yağmur suyundan içip delirdi. En iyisi kendimize yeni bir padişah bulalım.” diye aralarında konuşuyorlarmış.
Adaletli padişah, halkın sarayın önünde toplanmasını emretmiş. Sonra sarayın kapılarım açtırıp, halkın içine karışmış. “Siz deli olarak dolaşırken, ben akıllı gezemem. Ben de sizin içtiğiniz sudan içeceğim!” deyip bir testi suyu içip bitirmiş. İçmiş ama, padişaha hiçbir şey olmamış.
Aslında halk, hiçbir şey olmayacağım biliyormuş. Onlar, sadece deli gibi davranıp, padişahın halktan yana mı, yoksa dalkavuk vezirlerden yana mı olacağını görmek istemişler.
İçlerinden biri, padişaha: “Sultanım, senin adil ve dürüst bir insan olduğunu kanıtlamak için, deliliği biz uydurduk. Saraya birkaç dalkavuğun girdiğini duyunca kuşkuya kapıldık. Padişahımız bu adamların sözüne uymaz diye düşündük. Ama içimizden bazıları ‘belli olmaz, insan oğlu bu, belki kanar’ deyince, sizin dürüstlüğünüzü ispatlamak için böyle bir yola başvurduk.” demiş.
(Türk Masalı)