Bir zamanlar, ne kadar çalışırsa çalışsın, beş kuruşu olmayan yoksul mu yoksul bir adam varmış. Kralın her yeri kapladığı, acı ve dondurucu rüzgarın estiği bir kış, yoksul kulübesi sıcacık olsun diye güzel bir ateş yakmış, kulübeye toprak getirmiş ve bir kavun çekirdeğini toprağa dikmiş. Bir zaman sonra, kocaman, güzel bir kavun yetiştirmiş.
“Onu imparatora götüreceğim” demiş kendi kendine. “İyi para verecektir.”
Yoksul adam kavunu alıp padişahın yanına gitmiş. “Bunu tek başına mı yetiştirdin!” demiş imparator merakla. “Evet majesteleri” diye mırıldanmış yoksul adam.
“Harika!” diyerek onaylamış imparator. “Hem de böyle bir kışta!”
“Evet, majesteleri.”
“Bütün bunları onu getirip bana sunmak için mi yaptın!” “Evet, majesteleri.”
“Harika!” demiş imparator. Kavunu almış ve yoksula çekilebileceğini işaret etmiş.
Yoksul, imparatorluk sarayından çıktığında, öylesine açmış ki neredeyse ağlayacakmış. Bir hanın yanından geçerken hancının kendisine seslendiğini işitmiş:
“Hey, sen! Kıymalı böreklerimden yemek istemez misin?” Yoksul çok nazlanmamış. Hana girmiş ve masaya oturmuş.
Hancı onun önüne bir tabak kıymalı börek koymuş. Yoksul o kadar açmış ki böreğin hepsini çabucak yemiş.
“Bunu tek başına mı hazırladın?” diye sormuş. “Tabii!” demiş hancı.
“Harika!” diyerek onaylamış yoksul. “Etini de mi!” Tabii, demiş hancı.
“Harika!” diyerek kalkıp kapıya doğru yönelmiş.
“Hey, sen! Yediğin yemeğin parasını ödemeye ne dersin?” diyerek onu yakalamış aşçı. Ama bir kuruş çıkmadığını görünce öfkelenmiş ve onu beleşçilikle suçlayarak imparatorun karşısına çıkarmış. İmparator kızmış:
“Yemek ısmarlayıp parasını vermeden gitmek de ne demek! Harika demek yeter mi sanıyorsun?”
“Majesteleri, karıştırmış olmalıyım. Size kışın ortasında binbir güçlükle yetiştirdiğim bir kavun getirdim ve siz bana ‘harika’ diyerek kapıyı gösterdiniz. Ben de ülkemizde harika sözünün ödemeye yettiğini düşündüm. Böylece, sözle böreklerin parasını ödemek istedim.” demiş.
Çok utanan imparator hancının parasını verip yoksul adamı bol bol ödüllendirmiş.
(Tibet Masalı)