Eskiden, çeşit çeşit balıkların yaşadığı kocaman bir deniz varmış. Bu denizde Küçük Kırmızı Balık da yaşarmış.
Küçük Kırmızı Balık çok alımlı, çok güzelmiş. Görenler ona hayran olurmuş. Kırmızı pulları, güneş ışığında pırıl pırıl parlıyormuş. Kara gözlü bir balıkmış. Yüzgeci, beyaz bir tülü andırıyormuş.
Küçük Kırmızı Balık, güzel olmasına güzelmiş ama kimseyi beğenmezmiş. Hiçbir balıkla oynamaz, herkese tepeden bakarmış. Aynı yaşta olan diğer küçük balıklar, onunla oynamak istermiş. ; O ise ince, tatlı sesiyle:
– Ben güzelim. Sizin gibi çirkin balıklarla arkadaşlık edemem. Oyun oynamak istemem, dermiş. Sonra da yavaşça kendini sulara bırakır, süzüle süzüle uzaklaşırmış.
Güneşli bir yaz sabahı, yüzgeçlerini yelpaze gibi sallayarak uyanmış. Sabah kahvaltısını yapıp hemen gezintiye çıkmış.
Küçük Kırmızı Balık şöyle bir bakmış. Sonra da kendini beğenmiş tavrıyla oradan uzaklaşmış. Suların serinliği çok hoşuna gitmiş. Ne kadar uzaklaştığını bile anlayamamış. Birden kocaman bir balık görmüş. Kocaman balık, iri dişlerini göstererek Küçük Kırmızı Balık’a yaklaşmış. O da ne yapacağını şaşırmış. Kaçması imkansızmış. Olanca kuvvetiyle bağırmaya başlamış. Öylesine bağırmış ki sesini kısa zamanda bütün balıklar duymuşlar. Hemen Kırmızı Balık’ın yardımına koşmuşlar.
Bu sırada kocaman balık iyice yaklaşmış, ağzını açmış. Küçük Kırmızı Balık’ı yiyeceği sırada neye uğradığını anlayamamış.
Yardıma gelen balıklar, kocaman balığın kuyruğunu, yüzgeçlerinin, sırtını ısırmaya başlamışlar. Bu yüzden kocaman balığın canı çok yanmış. Kurtuluşu kaçmakta bulmuş.
Küçük Kırmızı Balık, kurtulduğu için çok sevinmiş. Arkadaşlarından da özür dilemiş. Dış güzelliğin değil, huy güzelliğinin gerçek güzellik olduğunu anlamış.
“Beni bağışlayın. Bir daha sizi üzmeyeceğim. Hatamı anladım. Kendini beğenmek, iyi bir davranış değil,” demiş. Defalarca özür dilemiş.
O günden sonra bütün balıklar, Küçük Kırmızı Balık’ı daha çok sevmişler. Artık balıklar huzur içinde yaşamaya başlamışlar.