Küçücük yeni doğmuş bir kurt yavrusu, yuvarlanır gibi emekleyerek, yere uzanmış annesinin yanına gitmiş. Diğer kardeşlerine aldırmadan, açık ağzıyla, ucundan süt sızan bir memeye ulaşmış. Başlamış cork, cork emmeye. Anne kurt, “Yavrularım tedirgin olmasın”, diye sessizce duruyormuş. Baba kurtsa biraz ileride sivri kulaklarını dikmiş çevreyi kolluyormuş. Kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırmış, çevresine bakarken dişlerini gösterip hırlıyormuş. Baba kurdun amacı, anne yavrularını beslerken, onları çevreden gelebilecek olası bir tehlikeden korumakmış. Arada başını göğe doğru uzatıp, arka ayaklarının üzerine çömelir, uzun uzun ulurmuş. Öyle uzun ve ürpertici bir uluması varmış ki, çevredeki hayvanlar sesi duyunca korkar, yuvalarına saklanıp titreyerek ulumanın bitmesini beklermiş. Kolaysa birisi kurt yavrularının yanına yaklaşmaya çalışsın. Baba kurt, onun üzerine saldırır, hemen oracıkta parçalarmış. Kurdun çevresine korku salmasının en büyük nedeni, yavrularını korumakmış.
Kurt yavruları tehlikeden uzak, Dünya’nın acımasızlığını bile anlamadan, anne ve babalarının koruyucu gölgesinde büyümeye başlamışlar. Kah birbirleriyle oynaşır, kah kovalamaca oynayıp, zaman geçirirmişler. Anneleri tüylerini yalarken gözlerini yumar, yavrular mutluluk içinde uykuya dalarmış.
Bir süre sonra küçük yavrular büyümüşler. Bacakları daha kuvvetli, dişleri daha keskin olmuş. Gerçi hala çocuksu oyunlarla oyalanıyor, anne ve babalarının getirdiği yiyeceklerle besleniyorlarmış ama sivri kulakları, uzun burunlarıyla şimdi daha çok kurda benziyorlarmış. Geceleri babaları uluyup, gecenin karanlığını delip geçen ürkütücü sesi dağlara çarpa çarpa yankılanırken onu örnek almaya çalışır, cılız sesler çıkarırlarmış. Babaları ulurken yavruların ona bakışı bir başka güzelmiş. Saygı ve hayranlık doluymuş.
Zamanla yavrular daha çok güçlenmiş ve çevik birer kurt oluvermişler. Çok genç olduklarından anne ve babalarının denetiminde çevreyi gezebiliyormuşlar. Onların gözetiminde avlanır, onların yaşam deneyimlerine ve uyarılarına uymaya çaba gösterirlermiş. Her genç gibi kusurları olduğunda, ya da başları derde girdiğinde, anne ya da babaları yardımlarına gelir, onları korumaya çalışırmış. Küçük kurtlar da bunlardan ders almaya, aynı yanılgıya bir kez daha düşmemeye özen gösterirlermiş.
Zaman böyle mutlu bir ortamda hızla ilerlemiş. Artık küçük yavrular büyümüş, genç ve çevik kurtlar olarak çevreye dehşet ve korku salar olmuşlar. Geceleri gür sesleriyle uluyabiliyormuşlar. Hatta onların sesleri babalarının sesinde daha gür çıkıyor, çevredeki hayvanlar daha çok ürküyormuş. Böyle olması çok doğalmış. Eskiden yalnız baba kurt ulurken, şimdi yanında uluyan dört kurt daha varmış.
Gündüz Güneş, tüylerini pırıl pırıl parlatınca çevrede hızla koşuşup önlerine çıkan hayvanlara saldırıyorlarmış. Av hayvanları kendilerini koruyamaz, yaşamları kurtların pençesinde acımasızca son bulurmuş. Çevreye dehşet ve korku salan kurtlar, kendi aralarında mutluluk ve neşe içinde yaşarmış.
Gel zaman, git zaman baba kurt yaşlanmış. Artık tüyleri eskisi kadar parlak değilmiş. Ulurken sesi çok gür çıkmıyor, eskisi gibi ürkütücü olamıyormuş. Çabucacık soluğu kesiliyormuş. Hatta bacakları bile titriyor, uzun koşularda çabuk yoruluyormuş. İyi av yakalayamadığından, kasları eskisi gibi güçlü de değilmiş. Pekiyi, eski saygınlığı? Hiç kalmamış doğal olarak. Gücüyle çevresinde korku ve saygınlık kurmuş olduğu için, güçsüz kalınca saygınlık da yok oluvermiş. Yaşlandı ya. Genç kurtlar ona bakıp gülüyor, yavaşlayan hareketini küçümsüyorlarmış. Önceleri pek belli etmeden kıs kıs arkasından gülerken, sonraları açıktan hem de gözünün içine bakarak gülüyorlarmış.
Yaşlı kurt kendi yavrularının bu davranışına çok üzülüyormuş. Onlar küçükken, “Onlara kimse saldırmasın” diye kanat gerip koruduğu günler gelirmiş aklına. Anne ve babaları olarak, tüm güçleriyle onları korumaya çalıştıkları günleri yaşlı gözlerle anımsarmış. Dudağında hafif bir gülümsemeyle o küçücük yavruların sevimli davranışları gözlerinin önünde belirir, “Ne güzel oynaşırlardı” dermiş kendisine. Onun böyle uzaklara dalmış yaşlı gözlerine bakan genç kurtlar biraz da alay ederek:
– Ne o babalık daldın yine. Bırak geçmişin anılarıyla yaşamayı da kendine av ara. Bak bugün de aç kalacaksın.
Diye hem onu küçümser, hem de onu beceriksizlikle suçlayıp, yaşlılığını yüzüne vurmaya çalışırlarmış. Yaşlı kurt hiç ses çıkartmadan, dişlerini göstererek gülümser, ağır adımlarla yanlarından uzaklaşıp, av aramaya çıkarmış. Pek de başarılı olamazmış. Nasıl olsun ki? Artık bacakları eskisi gibi güçlü değilmiş, gözleri de eskisi gibi kesin göremiyormuş. En kötüsü, eskisi kadar hızlı koşamadığı için avı ondan kaçıp kurtuluyormuş. MasalAlemi.com Çoğu zaman inine eli boş gelince başını önüne eğer, kuyruğunu altına kıstırıp, sessizce bir köşeye çökermiş. Gençler onun durumuna bakar, yukarıdan süzerek önüne bir parça et atıp:
– Bugün de aç kaldın demek. Bak bizim payımızla besleniyorsun. Bıktık artık senden. der onu küçümserlermiş. Herkes uyuduğunda yaşlı kurt kimseye belli etmeden sabahlara kadar için için ağlarmış…
Genç kurtlar sabah olup uyanınca, av hazırlığı yaparken, yorgun yaşlı kurt yanlarına yanaşır:
– Avlandığınız yerde kuşlar ötüyorsa, bilin çevrenizde sizden güçlü bir yaratık vardır. Dikkatli olun, avlanayım derken avlanmayın. Eğer kuşlardan başka hayvanlar da seslerini çıkarıyorsa bilin ki insan oğlu oralara kapan kurmuştur. Böyle durumlarda kulaklarınızı dikip yavaşça yaklaşın avınıza. Her an bir tehlikeyle karşılaşabilirsiniz. dermiş onlara. Genç kurtlar, dinliyor gibi gözükseler de pek kulak asmazlarmış söylediklerine.
Her biri başka yöne doğru hızlıca koşarak yaşlı kurdun yanından uzaklaşmışlar. Akşam olup avlarını inlerine sürüklerken, yaşlı kurda yan gözle bakıp, kızgınlıklarını belli edermişler. Yaşlı kurt avlanmamış, inde beklemiş olduğu için ona pay vermek zor gelirmiş genç kurtlara. Yaşlı kurt, hiç ses çıkartmadan başını öne eğer, köşesine çekilirmiş. Başını ön ayaklarına dayayarak uzanır, inin girişinden dışarıya bakarmış uzun uzun… O eski günler, gökte yıldızlar parlarken, ay kocaman olup geceyi aydınlatırken, başını kaldırıp uluduğu günler gelirmiş aklına. Onun sesi yankılanırken uzun uzun, çevredeki hayvanların nasıl korkuyla titreyip saklandığını düşünürmüş. O günlerden bugünkü aşağılandığı döneme geçişini, görkemli ve saygın yaşamdan, nasıl ayak altına düştüğünü anımsar, bunu yapanların kendi yavruları olmasını bir türlü sindiremezmiş. Ama ne yapsın ki, yavrularını canı kadar çok seviyormuş. Aşağılasalar da yüreğindeki bu sevgi sönmemiş…
Bir gün sabah erkenden, genç kurtlar coşkuyla koşuşmuşlar. Yaşlı kurdun tüm uyarılarına aldırmadan, çevreye dağılmışlar. Yaşlı kurt ininde, uzandığı yerde, uyuklayıp dururken, birden duyduğu acı sese kulak kabartmış. Bir kurt canı yanıldığı için olsa gerek, acı ile inliyormuş. Ürkmüş yaşlı kurt. “Sakın benim yavrularımın başına bir şey gelmesin?” demiş korkarak. Hemen uzandığı yerden doğrulmuş. Şöyle bir silkinmiş. Ayaklarına yeterince güç toplayınca, sesin geldiği yöne doğru koşturmuş. Ağaçların arasından bir ok gibi hızla süzülmüş. Bir düzlüğe ulaşmış soluk soluğa. Yüreği hopluyor, göğsü bir körük gibi inip çıkıyormuş. Korku ve telaşla çevresine göz gezdirmiş. Birden bir ağacın dibinde, kanlar içinde uzanan genç kurdu görmüş. Bir kurt kapanına bacağını kıstırmış acı ile inliyormuş. Baldırında açılan yaradan kan akıyormuş. Zavallı genç kurt acı dolu gözlerle babasına bakmış ve:
– Yardım et bana, çok acı çekiyorum. – “Ah” demiş yaşlı kurt “Ah!”. Ben sana nasıl yardımcı olabilirim. Seni bu kurt kapanından kurtaracak gücüm yok benim. Sana kaç kez söyledim. “Dikkatli ol” dedim. Ama kulak asmadın. Şimdi benden yardım istiyorsun. Benden, benim yapamayacağım bir şeyi istiyorsun.
Sonra çevresine bakınmış. Başkalarından yardım almak istemiş. Ama kim yardım eder ki kurda? Şimdiye dek herkesi korkutup, ürkütmüş. Şimdi ona yardım edeceklerine “Bırakalım da ölsün” demezler mi? Zorunlu olarak kendi başına yavrusunu kurt kapanından kurtarmaya çalışmış. Dişleriyle kapanı açmak için uğraşmış durmuş. Masal bu ya, sonunda başarmış. Yavrusunu kapandan kurtarıp, sürükleyerek düzlüğe çekmiş. Yorgunluktan yaralı kurdun yanına uzanmış. Biraz dinlendikten sonra yaralı kurdu inine değin sürükleyerek taşımış. Genç kurt, yol boyunca acıyla inlemiş durmuş.
O gece kurt ininde bir sessizlik varmış. Genç kurtlar, eskisi kadar acımasız ve şımarık davranışlarda bulunmuyormuş. Ortalıkta gürültü etmeden, başları önlerinde dolaşıyorlarmış. Yalnız yaralı kurt, inin bir köşesinde için için inliyormuş. Baba kurt her zamanki yerinde uzanmış, inin girişine bakıyormuş.
Gözlerinde hüzün yerine, bir iş yapmış olmanın güven dolu bakışları varmış. Kendi kendine söylenmiş:
– Neden gençler, bir yanılgıya düşmeden öğrenmezler? Neden öğütleri dinlerken öğrenmeyi düşünmezler?
Ertesi sabah genç kurtlar ava çıkmak için hazırlanınca, dönüp babalarına bakmışlar ve biraz da çekinerek:
– Bir öğüt vermeyecek misin?
– Ne öğüt vermemi istiyorsunuz?
– Dikkat etmemizi falan.
– Bundan böyle, siz daha dikkatli olursunuz. Benim bir şeyler söylememe gerek yok.
– Neden?
– Gözünüzle gördünüz. Bundan ders almışsınızdır. Ders almadıysanız, yaşamaya devam edemezsiniz. Yaşam size her zaman en çok bir kez şans tanır. Onu kullanamazsanız kaybedersiniz. Ben kaybetmeyeceğinizi umuyorum. Unutmayın benim de kardeşlerim vardı. Ama artık yoklar. Onlar yaşamı sürdüremediler. Yanılgılardan ders almadılar. Sizler de yaşamak istiyorsanız bu olaya özen gösterip, kendinizce bir ders çıkarın.
Genç kurtlar sessizce çevreye dağılmışlar. Güneş, inin girişinde uyuklayan yaşlı kurdun tüylerini ısıtırken, yaşlı kurdun kulağı içeriden iniltileri gelen yavrusundaymış…
Genç kurtlar, bir daha yaşlı kurtla alay etmemişler. Onu saymışlar. Yakaladıkları avlardan vermişler. Gerek oldukça, özellikle soğuk gecelerde, onu konuşturup dinlemişler. Ondan çok şey öğrenmişler. Ölümle, kazayla sonuçlanmayan uzun bir ömür için onun öğütlerine gereksinimleri varmış.
Yaşlı kurt, doğal olarak ölümle kucaklaştığında, tüm genç kurtlar bedeni başında toplanıp, onun bilgeliğini, kendilerine öğrettiklerini saygıyla anarak ulumuşlar…
çok uzunmuş