Evvel zaman içinde, Napoli yakınlarında şirin bir köyde bir tüccar yaşarmış. Bu tüccarın zeki, becerikli, iyi kalpli bir çocuğu varmış. Çocuğun adı Covanni’ymiş.
Tüccarın oğlu, doğayı ve kuşları çok severmiş. Her gün ceplerine ekmek kırıntıları, buğday doldurur, bu yemleri gidip ormanda kuşlara verirmiş. Covanni kuşlarla her gün ilgilenip, onları sevince, kuşlar da ona güvenip, ondan korkmamaya başlamışlar. Artık Covanni’yi seviyorlarmış. Çocuğun omuzlarına konmaya, onunla şarkılar söyleyip oynamaya başlamışlar. Covanni de hep kuşlarla beraber olduğundan artık onların her dediğini anlıyor, onlarla konuşabiliyormuş.
Günler böyle geçerken, Covanni’nin babası uzun bir yolculuğa çıkacakmış ve oğlunun da onunla gelmesini istemiş. Denizde yolculuk yaparken bir ara yanlarına iki martı gelip bağırmaya başlamış. Babası, çok merak etmiş ve Covanni’ye martıların ne demek istediklerini ısrarla sormuş. Covanni de babasına: “Babacığım, bu kuşlar çok geveze. Benimle ilgili çok komik şeyler söylüyorlar. Beni çok güzel günlerin beklediğini, hatta senin, benim elime su dökeceğini söylüyorlar. Bak şu bize yakın olan; annemin bana havlu verip, elimi kurulayacağını söylüyor.” demiş.
Bunları duyan tüccar, çok sinirlenmiş. Oğlunu hızlı bir şekilde eliyle itmiş. Oğlu da dalgaların salladığı gemiden, dengesini kaybedip düşüvermiş. Ne yazık ki deniz çok dalgalı ve kabarıkmış, gemideki hiç kimse çocuğu bir daha görememiş ve bulamamış. Ama Covanni’yi o sırada oradan geçen başka bir geminin içindeki insanlar görmüş. Onu hemen korkunç dalgalardan kurtarmışlar.
Bu gemi çok çok uzaklara gidiyormuş. Vardıkları ülkede Covanni’yi dertli bir kralın sarayına götürmüşler. Kral o zamanlar çok dertli ve üzüntülüymüş. Çünkü uzun bir süredir, kralın çevresinde üç tane koca, çirkin karga varmış. Uşaklar, hizmetçiler, muhafızlar, hiç kimse bu kargaları kraldan uzaklaştıramıyormuş. Kargaların bitmek bilmeyen “gak gak” sesleri kralı çok sinirlendiriyormuş. Kargalar gece bile durmadan konuşuyor, kralı uyutmuyorlarmış.
Covanni, kargalara neden böyle yaptıklarını sormuş. Ve hemen dertlerini anlamış. Bu susmayan kargalar aslında kraldan yardımlarını bekliyorlarmış. Kendi aralarında bir kral seçmesini istiyorlarmış. Seçilen kargayı da kargalar ülkesinin kralı yapacaklarmış.
Covanni, duyduklarını hemen krala anlatmış. Kral, işin aslını öğrenince çok sevinmiş, canlanmış, rahatlamış. Kargalar arasında en büyük ve yaşlı olanını seçmiş ve onu kargalar ülkesinin kralı yapmış. Sonunda krallarını seçen kargalar, krala teşekkür edip, ülkelerine dönmüşler.
Kral, Covanni’ye bu yaptığı iyilikten dolayı hem ülkesinin yarısını, hem de tek, biricik dünyalar güzeli kızını vermiş. Kralın, kızından başka çocuğu yokmuş. Yaşlanınca tahtını ve ülkesini Covanni’ye bırakmış.
Covanni zaten iyi kalpli bir insan olduğu için ülkeyi çok iyi yönetmiş. Herkes mutluymuş. Zenginlik, huzur ve refah içinde yaşıyorlarmış. İnsanlar birbirlerine yardım ediyor, çok güzel bir hayat geçiriyorlarmış.
Günlerden bir gün, Covanni’nin ülkesine iki yaşlı çelimsiz insan gelmiş. Covanni, onları görünce hemen tanımış. Onlar, kendi anne, babasıymış. Tabi, onlar Covanni’yi tanıyamamışlar. Karşılarında duran kralın, kendi oğulları olduğu akıllarına bile gelmemiş.
Kral, bu iki yaşlıyı yemeğe çağırmış. Kral, yemek yemeden önce ellerini yıkamak istemiş. Yaşlı adam ona hemen su getirmiş ve elini yıkaması için ona su vermiş. Yaşlı kadın ise krala havluyu uzatıp elini kurulamasına yardım etmiş.
Bu olaydan sonra gemideki martıları hatırlayan Covanni dayanamamış. Coşkuyla anne babasına sarılıp, onların evlatları olduğunu söylemiş. Bunları duyup, inanan anne baba ise sevinçten çılgına dönmüşler.
Bu olaydan sonra Covanni, anne ve babasını sarayına almış. Hep beraber, mutlu bir yaşam sürmeye başlamışlar.