Vaktiyle bir adamın üç oğlu vardı. İçinde oturduğu evinden başka bir serveti yoktu. Oğlanlardan her biri onun ölümünden sonra bir evleri olmasını candan isterlerdi ama adam, sevgide birini ötekinden ayırt edemezdi. Hiçbirine daha fazla yakınlık göstermemek için ne yapacağını bilmezdi. Evi satmak da istemiyordu. Çünkü bu ev ecdadından kalmıştı. Yoksa bunu satıp parayı aralarında bölüştürecekti. Nihayet aklına bir çare geldi. Çocuklarına dedi ki:
“Gidin, diyar diyar dolaşın, çalışın, çabalayın, birer sanat öğrenin! Döndüğünüz zaman hanginiz en güzel eseri meydana getirirse ev onun olacak!”
Oğlanlar buna razı oldular. Büyükleri nalbant olmaya, ortancası berber olmaya, küçük de kılıç ustası olmaya karar verdi. Bunun üzerine tekrar evde toplanıp buluşacakları zamanı belirlediler, sonra çıkıp gittiler.
Gel zaman, git zaman, her biri iyi birer usta buldular. Seçtikleri sanatı iyice öğrendiler. Nalbanta kralın atlarını nallattılar. Bunun üzerine oğlan:
“Artık bir eksiğin kalmadı, ev benim olacak!” diye aklından geçirdi.
Berber, hatırı sayılır birçok kimseleri tıraş etti. Artık evin kendisinin olacak sandı. Kılıç ustası bazı yaralar aldı, fakat dişlerini sıktı, aldırış etmedi. Çünkü kendi kendine: “Bir yara almaktan korkarsan evi hiçbir zaman ele geçiremezsin!” diye düşünüyordu.
Kararlaştırdıkları zaman gelince, babalarının yanında toplandılar. Fakat marifetlerini göstermek için en uygun fırsatın ne zaman geleceğini bilmiyorlardı. Bunun için bir araya geldiler, aralarında konuştular. Böyle otururlarken, kırlardan koşa koşa bir tavşan çıkageldi.
Berber: “Allah gönderdi bunu!” dedi. Leğeni, sabunu aldı.
Tavşan iyice yaklaşıncaya kadar sabunu köpürttü; sonra olanca hızıyla tavşanı sabunladı, aynı hızla tıraş ederek bir palabıyık yaptı. Bu sırada bir yerini kesmediği gibi, bir kılını bile acıtmadı.
Babası: “Hoşuma gitti, eğer öbürleri daha baskın çıkmazlarsa ev senin!” dedi.
Aradan uzun zaman geçmedi. Bir adam arabasını alabildiğine koştura koştura geldi.
Nalbant: “Şimdi benim ne yapabileceğimi görürsünüz baba!” dedi. Arabanın arkasından fırladı, atın dört nalını söküp çıkardı. Koştuğu sırada ayağına dört yeni nal çaktı.
Babası: “Yaman oğlansın doğrusu!” dedi. “Kardeşin kadar işinde ustasın. Evi kime vereceğimi bilemiyorum!”
Bunun üzerine üçüncü oğlan: “Baba, bana müsaade et!” dedi.
O sırada yağmur yağmaya başlamıştı. Oğlan kılıcını çekti. Başının üzerinde o kadar hızla istavrozlar çizmeye başladı ki, başına bir damla su bile damlamadı. Yağmur hızını o kadar artırdı, o kadar artırdı ki, sanki bir saçak altındaymış gibi kupkuru kaldı. Babası bunu görünce şaşırdı:
“En büyük marifeti sen gösterdin, ev senin!” dedi.
Öbür iki kardeş evvelce söz verdikleri için buna razı olmuşlardı. Birbirlerini çok sevdiklerinden üçü de evde kaldılar, işlerine koyuldular.
(Alman Masalı)