Annem çok tutumludur. Hiçbir şeyi atmaz. Günün birinde lazım olur diye saklar. Sonra ayırır. Her birini ayrı kutulara koyar. Tavan arasına kaldırır. Dün kutulardan birini indirdi. Beni de yanına çağırdı.
– Ben açabilir miyim anne? diye sordum.
– Tabi açabilirsin. Yardımın için teşekkürler.
Dün anneme yardım ettim. Yardım etmeyi sevdim.
– Başka kimlere yardım edebilirim?
Annem saçlarımı okşadı.
– Herkese.
Yaşlıların çantasını taşıyabilirmişim. Körlere yol gösterebilirmişim. Turisteler yer tarif edebilirmişim. Top oynayan ağabeylerin topu kaçtığında getirebilirmişim. Ohoo!! Yardım edecek öyle çok şey var ki! Hasibe nineye ekmek almak için bakkala gitmek için bile büyük yardımmış. Hasibe nine bizim üst katta oturur. Kimsesi yok. Var da! Yanında oturmuyorlar. Arada bir görmeye geliyorlar. Ben kendimi bildim bileli ona yardımcı olurum. Bakkaldan ekmeğini, peynirini alırım. Çok iyi kalplidir. Dua eder durur. Ama laf aramızda yaptıklarımın yardım etmek olduğunu yeni öğrendim. Güzel annem benim.
– Anne sana yardım ettikten sonra Hasibe nineye yardım etmeye gideyim mi?
– Yardımına ihtiyacı mı var?
– Belki de vardır.
– Gidip sorarsın o zaman.
– Olur sorarım.
– Ekmek aldıracaksa alırım.
– Aferin kızıma. Ne de yardım severmiş.
Şımardım. Çakmak çakmak baktım anneme. Öyle bakarmışım. Annem öyle diyor.
– Anneme çekmişim.
Hıçkırır gibi güldü. Annem bir şeye çok sevinirse hıçkırır gibi güler. Öyle için için.
– Bırak gevezeliği de artık kutuyu aç
– Peki anne
Amanın da amanın. İçi yün artıklarıyla dolu. Yeşili, mavisi, sarısı. Lavicerti, kırmızısı, beyazıyla renk yumağı. Kimisi kazağımdan. Kimisi babamın yeleğinden kimisin annemin hırkasından kimisi dedemin ev içi çorabından artmış. Lacivert artıkları görür görmez tanıdım
– Babamın yeleğinden artmış, dedim. Yumuşacık.
Yeni yağmış karın içine elimi daldırmış gibi oldum. Ama bu sıcacık. Avuçladım. Bir avuç renk çıkardım kutudan.
– Bak anneciğim ne güzel! Annem gülüyor.
– Senin gibi tıpkı!
– Ben güzel miyim anne gerçekten?
– Benim için güzeller güzelisin.
– Her anne böyle der mi? Güzeller güzelisin. Her anne böyle sever mi? Annem beni seviyor. Ben de onu çok seviyorum. O benim annem. Her şeyi biriktirir.
– Bunları ne yapacaksın anne?
Düşündü veya düşünür gibi yaptı. Sonra birden aklına gelmiş gibi sordu:
– Yün bebeğin olsun ister misin?
Bayıldım. İstemez olur muyum? Annemin öreceği bebek satın alınacak en güzel bebekten daha güzel bebektir. Annem öyle güzel örgü örer ki mahallenin bütün anneleri, ablaları beğenir. Gören şaşırır.
– Ay ne güzel şey, derler.
– Sen örersin de istemem mi anneciğim? Bir gün bana da öğretir misin?
– Yün bebek örmeyi mi?
– Hem yün bebek örmeyi, hem de hırka, kazak, çorap örmeyi.
Güzel güzel gülüyor annem.
– Öğretmez olur muyum?
– Ama hemen öğret!
– Şimdi mi?
– Şimdi! Zor mu?
– İsteyene zor değil.
– Bana zor değil mi?
– Değil! Çünkü sen akıllı ve beceriklisin.
Ay çok hoşuma gitti! Akıllıymışım. Becerikliymişim. Ben neymişim!
– Anne sen de benim kadar akıllı ve beceriklisin değil mi?
– Hadi oradan ukala!
– Ukala ne demek anne!
– Böyle senin gibi olmak demek.
– İyi bişey demek ki.
Sevindim.
– Gerçekten akıllı ve becerikli miyim anne?
– Evet öylesin.
Yine o sözü söyledim.
– Anneme çekmişim.
Annem kalktı. Şişleri getirdi. Yün yumaklarını renklerine göre ayırdı. Kısaları uzunlara ekleyip yeni yumaklar yaptı. Sonra da örmeye başladı. Seyrettim. Seyrettim… bayıldım. Bana göre dünyanın en büyük zevki annemi örgü örerken seyretmek. Hele bana bebek örüyorsa.
– Çok sürer mi anne?
– Çok sürmez. Biraz sabırlı ol bakalım.
Çok sürmedi. Başı pembe, saçları kırmızı, gövdesi sarı mavi, kolları yeşil, bacakları gri-beyaz yeni yün bebeğim şimdi kucağımda. Kaptığım gibi doğru odama. Minik beşiğinde ağlayan bebeğimi kaldırdım. Yerine yün bebeğimi yatırdım. Ağlayan bebeğim pahalıydı. Yeni almıştım. Çok da seviyordum. Ama annemin ördüğü yün bebek daha değerliydi. Çünkü annem sevgisini katmıştı. Benim için yapmıştı. Örgüsünü sevgisiyle örmüştü. Annemi de seviyorum yün bebeğimi de.