Bir zamanlar giyinip kuşanmayı çok seven bir imparator yaşarmış. İmparator bütün parasını yeni elbiseler için harcarmış. Günün her saatinde değişik elbiseler giyer, aynanın karşısından ayrılmazmış.
İmparator, ülke işleriyle hiç ilgilenmezmiş. Halkın karşısına sadece yeni elbiselerini göstermek için çıkarmış. Bir gün ülkeye iki yabanca gelmiş. Bu iki adam imparatorun sarayına giderek, – Yüce imparatorumuz, biz dünyanın en ünlü terzileriyiz. Sizin için dünyanın en güzel giysilerini dikmek istiyoruz. Ama bu giysilerin bir özelliği var.
Ancak akıllı insanlar bunları görebilir. Akılsız ve beceriksizler bu giysileri göremez, demişler. İmparator onlara inanmış. – Demek bu giysileri ancak akıllı insanlar görebilir. O zaman ülkemde kimin akıllı, kimin akılsız olduğunu anlayabilirim. Adamlar gülümsemişler.
– Tabii efendim. Üstelik bu giysileri görünce çok beğeneceksiniz. Ama bunun için çok fazla altın harcamak gerekecek, demişler. İmparator hemen emir vermiş. Terzilere istedikleri her şeyin verilmesini söylemiş. İki adam saraydaki güzel bir odaya yerleştirilmiş. Odaya iki dokuma makinesi ile ipekli, altın sırmalı kumaşlar getirilmiş.
Aradan günler geçmiş. Herkes terzilerin yaptığı giysileri görüp göremeyeceklerini çok merak ediyormuş.
İmparator bile kendi kendine, “Ya, elbiseleri göremezsem. Ama ben çok akıllıyım, tabii ki görürüm!” diyormuş. Sonunda imparatorun aklına bir fikir gelmiş. İhtiyar vezirini çağırmış. Terzilerin yaptıklarını görmesini istemiş.
Böylece vezirin ne kadar akıllı olduğunu da öğrenebileceğini düşünmüş. İhtiyar vezir emredilen şeyi yapmış. Düzenbaz terzilerin odasına girmiş. İki adam da dokuma makinesinin başında çalışıyor gibi yapıyorlarmış. Vezir ortada yapılan hiçbir giysi olmadığını görünce çok şaşırmış.
Gözlerini açıp kapatmış. Ama hayır, hiçbir şey göremiyormuş. – Aman Allah’ım! Yoksa ben akılsız ve beceriksiz miyim? Hiçbir şey göremiyorum. Ama bunu kimse anlamamalı, diye düşünmüş. İki adam ellerinde bir şey varmış gibi davranarak vezire yaklaşmışlar.
– Efendim, bakınız şu desenlere. Nasıl beğendiniz mi, diye sormuşlar. Vezir görüyormuş gibi yaparak, – Çok, çok güzel. Harika doğrusu, hiç bu kadar güzel desenler görmemiştim. Şimdi, hemen imparatorumuza yaptıklarınızın ne kadar güzel olduğunu anlatacağım, demiş. Adamlar: – Gördüğünüz gibi bu elbise henüz bitmedi.
Daha çok ipek ve altın gerekiyor efendim, demişler. Vezir de onlara istediklerini göndererek hemen imparatorun yanına gitmiş. – Yüce imparatorum!
Bu terziler gerçekten çok ustalar. Hiç bu kadar güzel kumaşlar görmemiştim. Elbise bitince size çok yakışacak, demiş. İmparator, vezirin söylediklerine çok sevinmiş. Akıllı bir veziri olduğunu düşünmüş. Ertesi gün imparator çok güvendiği bir başka adamını göndermiş.
Terzilerin işinin bitip bitmediğini öğrenmesini istemiş. Vezirin başına gelenler onun da başına gelmiş. Adamlardan biri: – Ne güzel bir kumaş değil mi efendim? Gördüğünüz gibi elbise bitmek üzere.
Ama biraz daha altın ve değerli taşlarla süslemeliyiz. İşte o zaman imparatorumuza layık bir giysi olacaktır, demiş. imparatorun güvendiği adamı şaşkınmış. Çünkü o da hiçbir şey göremiyormuş. “Olamaz, yoksa ben akılsız mıyım? Ama hayır, belki de sadece biraz beceriksizimdir.
Vezir gördüğü halde ben hiçbir şey göremiyorum. Bunu kimse bilmemeli.” diye düşünerek, – Ah evet, haklısınız. Çok harika bir elbise olmuş. Hele şu renk, şu desenler. Gerçekten de hiç böyle elbise görmedim. Hemen imparatorumuza gideceğim.
Size biraz daha altın ve değerli taş göndermesini isteyeceğim, diyerek hızla imparatorun yanına gitmiş. O da imparatora, – İnanınız efendim hiç böyle bir kumaş görmemiştim.
Elbiseniz gerçekten de çok güzel olacak, demiş. İmparator ertesi gün, en yakın dostlarıyla birlikte terzilerin yanına gitmiş. Adamlar imparatoru görünce ellerinde bir elbise varmış gibi yapmışlar.
– Hoş geldiniz efendim. İşte elbiseniz bitti. Nasıl, beğendiniz mi? İmparator gözlerine inanamıyormuş. Çünkü hiçbir şey göremiyormuş. İçinden büyük bir üzüntü hissetmiş. “Aman Allah’ım! Göremiyorum. Yoksa ben akılsız mıyım? Yoksa imparator olmaya layık değil miyim?” diye düşünmüş. Düzenbaz terziler tekrar sormuşlar. – İmparatorumuz, efendimiz!
Yoksa elbiseyi beğenmediniz mi? İmparator: – Hayır, gerçekten çok güzel olmuş. Siz ne dersiniz dostlarım, diyerek çevresindekilere bakmış. – Aaa, evet çok güzel! – Size çok yakışacak, çok, diye cevap vermişler. İmparator da ortada bir elbise olduğuna iyice inanmış.
– Bu güzel elbiseyi bütün halkımız görmeli. Tören hazırlıklarına başlansın. Üç gün sonra yeni elbiselerimi giyeceğim. Böylece kimin akıllı, kimin akılsız ve beceriksiz olduğunu göreceğim, demiş. Günler çok hızlı geçiyormuş. Üç gün sonra bütün hazırlıklar tamamlanmış. Halk meydanı doldurmuş. Herkes imparatorlarının yeni giysisini çok merak ediyormuş.
Ama elbiseden çok çevrelerindeki akıllıları ve akılsızları merak ediyorlarmış. İmparator da o sabah erkenden kalkmış. Göremediği yeni elbiselerini giyeceği için heyecanlanmış. Düzenbaz terziler giysileri taşıyormuş gibi yaparak imparatorun odasına girmişler. Sonra da imparatoru giydiriyormuş gibi yapmışlar. İmparator aynada kendisine bakmış.
Ama hala hiçbir şey göremiyormuş. Üstelik üzerinde giysileri olmadığı için çok üşüyormuş. Yine de hiçbir şeyi fark ettirmeden gülümsemiş. Tacını başına takmış. Kendisinden emin bir şekilde yürüyormuş. Sokaklar, balkonlar, yollar insanlarla doluymuş.
Herkes imparatorun çıplak olduğunu görmüş. Ama hiç kimse bunu söylemeye cesaret edememiş. Herkes: – Aman ne güzel elbise! – İmparatorun yeni elbisesi çok yakışmış, diyormuş. İmparator duyduğu bu sözlerle daha çok mutlu olmuş. Ama yine de çok üşüyormuş.
Kendi kendine, “Elbisem, her halde çok ince olmuş. Terzilerime söyleyeyim de daha kalın ipliklerle dokusunlar. “diye düşünmüş. İşte tam bu sırada kalabalığın içinden bir ses duyulmuş. – Aaaa! İmparator çıplak! Bunu söyleyen küçük bir çocukmuş.
Biraz sonra da herkes birbirinin kulağına, – Evet, gerçekten de imparator çıplak, demeye başlamışlar. İmparator, törenlerin bittiğini söyleyerek saraya koşmuş. Böyle bir şey yaptığı için çok utanmış. İki düzenbaz ise çoktan, ipekleri ve altınları alarak kaçmışlar.