Çok ama çok eski zamanlarda kocaman bir sarayda kral, kraliçe ve prens yaşarmış. Kral ve kraliçe oğullarının iyi yetişmiş, kibar bir prensesle evlenmesini çok istiyormuş.
Prens hem aşık olacağı hem de ailesinin seveceği bir prenses bulabilmek için dünyayı gezmiş ama nafile. Bazen bulduğu kişi asil bir prenses olmuyor, asil prenseslere ise aşık olamıyormuş.
Dünyayı dolaşan prens sonunda evine dönmüş. Döndüğü gece inanılmaz bir fırtına çıkmış ve yolları kapamış. Sular sel olmuş, topraklar çamur olup akmaya başlamış.
Tüm aile sarayda oturup sohbet ederken birden kapı çalınmış. Uşaklar kapıyı açmış ve karşılarına yağmurdan ıslanmış ve üşümüş güzel bir kız çıkmış. Bu üstü başı toprak içinde, ıslak ve yorgun görünen kız bir prenses olduğunu ve sarayına giderken fırtınaya yakalandığını söylemiş.
Kral ve kraliçe ona pek inanmamış ama prens, onu görür görmez aşık olmuş. Bunu fark eden kraliçe gizlice gidip bu kızcağız için hazırlanan odaya girmiş. Yardımcılarına 20 döşek ve yirmi tane de kaz tüyünden yapılmış yorganı üst üste koymalarını söylemiş.
Yatak hazır olunca da en altına bir tane bezelye tanesi koymuş. Odadan çıkınca genç kadının yanına gidip odasının hazır olduğunu, istediği zaman uyuyabileceğini söylemiş.
Kızcağız gidip hemen uyumaya başlamış.
Sabah olmuş ve herkes kahvaltı sofrasına oturmuş. Misafirleri de yorgun argın masaya gelmiş.
Kraliçe gece rahat uyuyup uyumadığını sorunca:
– Hiç uyuyamadım. Çünkü yatağın altında sırtıma batan yuvarlak bir şey vardı ve bu beni bütün gece rahatsız etti. Kusura bakmayın ama yatak çok rahatsızdı, demiş.
Kraliçe o an onun gerçek bir prenses olduğunu anlamış. Olanları ona da anlatmış.
Prens ve prenses çok iyi anlamış. Birbirlerine aşık olup evlenmeye karar vermişler. Yatağın altındaki bezelye tanesini de ömür boyu saklamışlar.