İran’da şöyle bir hikaye anlatılıyor:
Adamın biri deniz kenarında gezerken plajda oturmuş, gelen giden dalgaları seyretmeye koyulmuş. Derken, sağ eliyle kumu karıştırırken, bir torba ve içinde bir sürü küçük taşlar bulmuş. Ama bulduğu taşlara hiç dikkat etmeden, gözlerini gene denize çevirmiş. Dalgaların köpüğünü, rüzgarın esmesini ve kuşların uçmasını dikkatle seyredermiş. Hiç bakmadan, sağ eliyle o torbadan taşları alıp denizin içine fırlatmış. Tek tek onları bitirmiş.
Son taşa gelince, “Ha, onu atmayayım, eve alayım” demiş. Eve gelince bir de merak etmiş, “Dur bakalım, bu attığım taşlar neymiş?” sormuş kendi kendine. Cebinden o son taşı çıkarıp ocağın ateşine karşı kaldırıp gözünün önüne getirmiş. Bir de bakmış elinde çok değerli ve pahalı bir pırlanta taşı. Bunu görünce adamın benzi atmış, “Eyvah!” demiş, “Ben de ne yaptım? Hiç bakmadan, hiç düşünmeden onlarca pırlanta boşa attım, bunca zenginlik boşa gitti!”. Büyük panik içinde gene plaja dönmüş, attığı o pırlantaları bulmak için suyun içine dalıp her tarafı alt üst etmiş. Gene de hiç bir şey bulamamış. Adam fırsatını kaçırmıştı artık çok geç olmuş.
Bizim de elimizde bir torba dolu pırlanta var: onlar ömrümüzün günleridir. Onlar da her ne kadar çoksa, gene de sayılıdır. Her yeni gün bir pırlanta kadar değerlidir. Onu çok iyi kullanmak lazım. Bir gün biz de o adam gibi olmayalım: hayatımıza geri bakarken, göreceğiz, nasıl o kıymetli günleri boşa harcadık, elimizdeki vaktimizi boş ve ayıp şeyler için kullandık. Eski Romalıların bir atasözü vardı: “Carpe diem” – her günü, olgun bir meyve gibi kopar. Yemişler olgunlaşınca vakitle ağaçtan koparılmaları lazım, yoksa çürüyüp gidecekler. Bize verilen ömür, bize ancak emanet olarak verildi. Biz de her günümüzü olgun bir meyve gibi koparıp Rab için kullanalım.