Bugünkü Peru Dağları eteklerinde henüz İnka Uygarlığı kurulmadan önce, bu topraklarda genç, güçlü ve iyi kalpli bir prens varmış. Bu prens çevresine o kadar iyi davranır, herkese sevgiyle yaklaşırmış ki; yalnız kendi halkı değil tüm hayvanlar da onu sever, hizmet yarışında olurlarmış.
Evlenme çağı gelmiş olan prens, eşini halkın içinden seçmek istemiş. Bu seçimi gizli yapmak için de yaşlı ve yoksul bir adam kıyafetine bürünerek sarayından çıkmış, halkın arasına karışmak için yola koyulmuş.
Gide gide çok uzaklara varmış yolu. Onu kim görse, bu yaşlı ve yoksul görünümdeki insana başını döndürüp selam bile vermiyormuş. Üzülmüş ama sabırla yoluna devam etmiş prens.
Yolu dik, yüksek bir dağa çıkmış. Dağı bin güçlükle aşınca öbür yakada, içinden coşkun bir ırmağın aktığı şirin bir kasaba görmüş. Her taraf bereketli bağlar, bahçeler ve bostanlarla doluymuş.
Prens kasaba içine girmiş. Girmiş ama açlık ve yorgunluktan da tükenmiş. Bir kenara çöküp oturmuş, insanları seyre koyulmuş.
O gün şenlik varmış kasabada. Herkes bir şeyler yiyor, içiyor, şarkı söyleyip eğleniyormuş. Ama kimse bir köşede büzülüp oturmuş olan bu yaşlı ve yoksul görünümdeki prensle ilgilenmiyormuş. Prens sabırla, üzüntüyle beklemeye başlamış yine.
Sonra yanına güzel bir kız yaklaşmış. Elindeki yiyeceği ve içecek dolu koca tası prense uzatmış.
– Sevgili ihtiyar. Burada yapayalnız oturmana gönlüm razı gelmedi. Umarım açsındır. Bu yiyecekle içeceği kabul et lütfen. Sonra da eğlenen halka karış, sen de eğlen.
Prens kızın uzattığı yiyecekle içeceği almış, karnını güzelce doyurmuş. Sonra şöyle demiş kıza:
– Burası kötülükler ülkesi güzel kız. Bu yüzden kasabayı kötü bir geleceğin beklediğine inanıyorum. Sen iyi kalpli bir kızsın. Bu yoksul ihtiyarın sözünü dinle ve hemen bu akşam aileni toplayıp dağın öbür yöresindeki vadiye geç. Seninle orada tekrar görüşeceğiz.
Kıza bunları söyleyen prens yerinden kalkmış, ağır ağır uzaklaşıp gözden kaybolmuş.
Genç kız hemen eve koşmuş, prensten duyduklarını ailesine anlatmış. Gün batmadan da yola çıkıp kasabayı terk etmişler.
Kız ve ailesi öbür vadiye daha yeni varmışlar ki, dağdan inen ırmak bir felaket olup akmış kasaba üzerine. Önüne ne geldiyse almış, sürüklemiş, götürmüş. Ne bağ kalmış, ne bahçe, ne bostan. Tüm kasabada tek bir kişi bile canını kurtaramamış…
Genç kız ve ailesi dağın öbür yakasındaki vadiye gelince orada yaşamakta olan halk tarafından güzelce karşılanmışlar. Kendilerine barınacak ev, tarlalarda geçinecek iş verilmiş. Ancak bir süre sonra bu vadide de kuraklık ve kıtlık başlamış. Dağdaki kocaman göl o felaket ırmakla birlikte gittiği için sular azalmış ve tükenmiş. Uzunca bir zaman da gökten bir damla yağmur düşmemiş.
Prens, kasabada gördüğü iyi kalpli genç kızı özlemiş, merak etmiş. Yine yaşlı ve yoksul görünümlü giysilere bürünerek sarayından çıkmış, kızın yaşadığı yeni kasabaya gelmiş. Gelmiş ama ne kadar aradıysa kızı bulamamış. Sonunda, kuruyan gölün başında onu ağlar görmüş ve yanına varmış.
– Sevgili güzel kız, neden ağlıyorsun? Ben senin neşeli ve mutlu olmanı istiyorum. Çünkü sen güzel ahlakın ve yüce kişiliğinle bunu fazlasıyla hak ediyorsun.
Kız, kendisine bu güzel sözleri söyleyen yaşlı adamı tanımış, ağlamasını kesmiş.
– Ah ah! Ağlıyorum çünkü, bu bitkilere verecek bir damla suyum yok. Yakında hepsi ölecek.
Prensin bu sözlere içi yanmış. Uzanıp kızın saçını okşamış, söylenmiş.
– Ben aç ve susuzken sen bana kendi yiyeceğini nasıl verdiysen, şimdi ben de senin istediğini vereceğim. Ancak bir şartım var.
– Nedir şartın?
– Bütün bu vadiyi suya, berekete boğacağım. Ama sen de bana eş olacaksın. Kabul mü?
Genç kız hiç düşünmemiş.
– Kabul. İhtiyar da olsan bu iyiliğin için senin eşin olurum. Çünkü yalnız beni değil, ailemi de sevgiyle kabul eden bu vadinin tüm insanları açlık tehlikesiyle karşı karşıya.
Prens bu sözü alınca kızın elinden tutmuş, dağın eteğine kadar birlikte inmişler. Sonra ellerini açıp tüm gücüyle ormandaki dostlarına haykırmış.
– Yalvarırım bana yardım edin sevgili dostlarım! Bu topraklar sularla dolsun. Ürünler bol ve bereketli olsun. Olsun ki bu güzel kızın gözyaşları da son bulsun!
Bunu duyan kuşlar gökyüzüne yükselip bulutlara yağmur yağdırmaları için yalvarmışlar, razı etmişler. Kurtlar, çakallar, tilki ve filler, geyikler güç birliği ederek gölden vadiye su kanalları açmışlar. Gölün o felâkette yıkılan ve bozulan yerlerini onarıp eski hâline getirmişler.
Çoğa kalmadan gökten yağmurlar boşalmış. Göl dolmuş, kanallardan vadiye gürül gürül sular akmış, kurak topraklar kana kana su içmiş. Prens, tüm bu olanları şaşkınlıkla seyreden genç kıza yaklaşmış, üzerindeki yaşlı ve yoksul görünümlü giysileri çıkarıp bir kenara atmış.
– Sonunda kendime ve aileme yakışacak soylu kızı buldum. Ben bu ülkenin prensi, sen de prensesisin bundan böyle.
Diyerek genç kızı almış, sarayına götürmüş.
Derler ki, o bereket yağmurları hiç dinmemiş Peru’daki bu zengin topraklarda. Güçlü İnka Uygarlığı da bir zaman sonra bu topraklarda var olmuş.
(Peru masalı)