Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, zenginlerden zengin bir adam varmış. Zengin adam, bir gün üç oğlunu da yanına çağırarak demiş ki:
“Sevgili yavrularım, bakın artık saçım sakalım iyiden iyiye aklaştı. Daha ne kadar yaşayacağım belli değil ama her halde günlerim sayılı. Ölmeden önce malımızı aranızda bölmek istiyorum. Ne olur ne olmaz, belki ben öldükten sonra aranızda anlaşamaz, kavga edersiniz. Halbuki ben, sizin kardeş kardeş, birbirinizi severek yaşamanızı istiyorum. Zaten kardeşlere yakışan da budur.”
İhtiyar adam, sözlerine şöyle devam etmiş:
“Şimdi her birinize birer kese altın vereceğim. İstediğiniz yere gidin. Üç yıl dolmadan buraya dönmeyin. Üç yıldan sonra döndüğünüz zaman, her biriniz bana bu üç yıl içinde neler yaptığınızı, altınları nerelere harcadığınızı anlatacaksınız. Hanginizin yaptığı işleri daha çok beğenirsem, mallarımı, paralarımı ona vereceğim. Üçünüz de beni memnun ederseniz, mallarımı aranızda eşit olarak paylaştırırım. Haydi şimdi yolunuz açık olsun evlatlarım.”
Çocuklar hemen hazırlığa başlamışlar. İşlerini bitirdikleri zaman gelip babalarının elini öpmüşler. Atlarına binip yola çıkmışlar. Üçü birlikte bir zaman gittikten sonra, önlerine üç yol çıkmış. Büyük kardeş sağdaki, ortanca kardeş ortadaki, küçük kardeşte soldaki yola koyulup uzaklaşmışlar …
Günler günlerle birleşiverip aylar olmuş. Aylar aylarla birleşiverip yıl olmuş ta kimse farkına varamamış. Derken efendim, baharlar yazları, yazlar da kışları kovalamış … Yel esmiş, sel gelmiş, üç yıl gelip çatmış …
Zenginler zengini ihtiyar, etrafındaki adamlara:
“Artık” demiş, “çocuklarım nerede ise gelirler. Hasretlik çöktü içime … ” Daha sözünü bitirmemiş ki, adamlardan biri gün doğusunu göstererek:
“Gelenler var!” demiş, “her halde sizin çocuklardır .. ,”
Hep birden o tarafa bakmaya başlamışlar. Tozu dumana katarak bir şeydir geliyor. Gele gele büyük oğlan çıkagelmiş. Arkasında da birbirinden babayiğit kırk atlı varmış. Hemencecik koşup babasının elini öpmüş,
Derken, arkadan ortanca oğlan görünmüş. Onun yanında da yüz tane deve varmış. O da gelip babasının elini öpmüş.
En sonra küçük oğlan gelmiş. O da kırk katırın üzerinde kırk erkek çocuk getirmiş. Çocukları yere indirdikten sonra gelip babasının elini öpmüş. Katırlardan inen çocuklar da gelip ihtiyar adamın elini öperek bir kenara çekilmişler.
İhtiyar zengin, yanındaki adamlara:
“İzin verirseniz” demiş, “oğullarım bu güne kadar neler yaptıklarını anlatsınlar.” Orada bulunanlar:
“Hay hay” demişler, “biz de merak ediyorduk zaten … ” Önce büyük oğlan söze başlamış:
“Az gittim, uz gittim … Dere tepe düz gittim … Altı ay bir güz gittim … Öyle bir yere vardım ki, her taraf ormanlık. ..
Pınarlardan buz gibi sular akıyor, kayalıklarında keklikler sekiyor, yaylalarında geyikler, ceylanlar dolaşıyor … İnsanların yüzlerinden de kan damlıyor … Şu kırk babayiğidi oradan aldım. Onlara ata binmeyi, kılıç kuşanmayı öğrettim. Bana vereceğin malları, paraları bu adamlar koruyacaklar.”
İhtiyar baba, büyük oğluna hiç bir şey söylememiş. Dönüp ortanca oğluna bakmış. Ortanca oğlan, sıranın kendisine geldiğini anlayarak konuşmaya başlamış:
“Az gittim, uz gittim … Dere tepe düz gittim … Altı ay bir güz gittim. Öyle bir yere geldim ki, insan ayağını uzatıp otursa da hiç iş görmese, aç kalmaz. Giderken bana verdiğin altınlarla şu 100 deveyi aldım. Ama, görüyorsunuz, öyle develer ki; her biri bir kese altın eder. Burada onları satarak zengin olacağım. Fazla mal göz çıkarmaz ya .. .”
Ortanca oğlan sözlerini bitirince, ihtiyar baba ona da bir şey söylememiş. Sıra küçük kardeşe gelmiş. O, demiş ki:
“Az gittim, uz gittim … Dere tepe düz gittim … Altı ay bir güz gittim. Bir ulu su başına vardım … Öyle bir su ki; kızıl akar, boz akar, durmaz yatağını yıkar. Sordum, araştırdım, öğrendim ki; bu su nice yiğitleri almış, nice gelin duvakları yutmuşta, nice çocukları yetim bırakmış. Dört bir tarafa haberci gönderip ustalar getirttim. Kavakları kırdırıp suyun üzerine köprü kurdurdum. O suyun yetim bıraktığı çocukları da toplayıp buraya getirdim. Mallarını kime verirsen, bu çocuklar onun evlatları olacak. O, bu çocukları büyütüp yetiştirecek. Hem iyilik yapmış, hem de memlekete faydalı insanlar kazandırmış olacak.”
Küçük oğlan sözlerini bitirdiği zaman, ihtiyar babanın yüzü gülüyormuş. Öteki kardeşler, babalarının bu halinden bir şey anlamamışlar. Fakat o, bastonuna dayanarak ayağa kalkmış, eliyle işaret ederek küçük oğlunu yanına çağırmış. Eğilip onu alnından öptükten sonra:
“Aferin sana!” demiş, “Üçünüzün içinde ben yalnız senin yaptığın işi beğendim. Paralarımın, mallarımın hepsi de senindir! Bu yetimlere sen babalık edeceksin. Büyük ağabeyin adamlarıyla seni koruyacak. Küçük ağabeyin de develeriyle senin vereceğin işleri görecek. Sen de hepsine baş olacaksın. Bunu hak ettin!”
(Türk Masalı)