Vaktiyle bir adamın bir eşeği varmış. Bu eşek çuvalları bıkmadan usanmadan yıllarca değirmene götürmüş. Fakat artık takati kalmamış, işe yaramaz bir hale gelmiş. Sahibi onu boş yere beslemek istemiyormuş. Eşek de işlerin yolunda olmadığını sezmiş, başını alıp çıkmış, Bremen yolunu tutmuş. Orada şehir çalgıcısı olabileceğini sanıyormuş.
Eşek böylece az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş … Yolda boylu boyuna yatan bir av köpeğiyle karşılaşmış. Hayvan, koşmaktan yorulmuş köpekler gibi soluyup duruyormuş. Eşek sormuş:
“Ne soluyup duruyorsun böyle bakayım, bekçi baba?”
Köpek: “Sorma” demiş, “ihtiyarladım. Günden güne kuvvetten düşüyorum. Artık koşamıyorum, diye sahibim beni öldürmek istedi. Ben de kaçıp kurtuldum. Bundan sonra karnımı nasıl doyuracağım bilmem?”
Eşek: “Sana bir şey söyleyeyim mi?” demiş, “Ben Bremen’e gidiyorum, şehir çalgıcısı olacağım. Benimle gel, sen de bandoya gir! Ben lavta çalarım, sen de davul”
Bu teklif köpeğin hoşuna gitmiş. İkisi birlikte yola çıkmışlar. Aradan uzun zaman geçmemiş. Yolun kenarında bir kedi görmüşler. Kedinin suratından düşen bin parçaymış.
Eşek: “Ne o? İşin sarpa mı sardı yoksa, ihtiyar palabıyık?” demiş. “Artık yaşım ilerledi, dişlerim kütleşti. Farelerin peşinde koşacağıma sobanın arkasında oturup pinekliyorum. Bu yüzden hanımım beni suya atıp boğmak istedi. Ben kaçıp kurtuldum. Şimdi nereye gideyim?”
“Bizimle beraber gel. Müzikten anladığın malum. Oraya varınca şehir mızıkacısı olursun!”
Kedi, bu sözü hoş karşılamış, onlarla beraber yola çıkmış.
Bu üç yurt kaçağı bir çiftliğin önünden geçerlerken selamlık kapısının üstünde cıyak cıyak öten bir horoz görmüşler.
Eşek: “Sesin insanın iliğine kemiğine işliyor. Neyin var kuzum? demiş.
Horoz: “Yarın pazar, misafirler gelecek. Onun için hanım hiç insaf etmeden aşçı kadına söyledi. Yarın benim çorbamı yiyecekmiş. Nasıl olsa bu akşam kellem uçacak. Bari ben de gırtlağım yırtılıncaya kadar bağırayım dedim.”
Eşek: “Zavallı” demiş, “öyleyse bizimle gel daha iyi. Biz Bremen’ e gidiyoruz. Nerde olsan ölümden daha iyisini bulabilirsin. Sesin güzel… Hepimiz bir arada şarkı söylersek hoş bir şey olacak muhakkak.”
Horoz bu teklifi beğenmiş. Dördü birlikte yola çıkmışlar … Bunlar bir günde Bremen’e varamamışlar. Akşam olunca bir ormana gelmişler. Horoz, uzakta küçük bir ışık görür gibi olmuş. Arkadaşlarına: “Işık görünüyor, yakınlarda bir ev olsa gerek!” diye demiş.
Eşek: “O halde kalkalım, hemen oraya gidelim. Burada rahat edilmiyor.” demiş.
Köpek, orada birkaç parça kemik, biraz et bulursa pek makbule geçeceğini düşünmüş.
Bunun üzerine ışığın bulunduğu tarafa doğru yola koyulmuşlar. Yaklaştıkça ışığın parıltısı artmış. Nihayet haydutların barındığı eve gelmişler. İçlerinde en irisi eşek olduğu için pencereye yaklaşmış, içeriye bakmış. Horoz sormuş:
“Neler görüyorsun babacan?”
Eşek: “Neler mi görüyorum?” demiş, “Kurulmuş bir sofra …
Üstünde her türlü yiyecek, içecek var … Haydutlar oturmuş, keyif çatıyorlar.”
Horoz: “Tam bize göre bir iş!” demiş.
Eşek: “Ah sorma birader!” demiş, “şu sofranın başında biz olsak ne olurdu sanki?”
Haydutları buradan nasıl kaçıralım? diye her kafadan bir ses çıkmış. Nihayet bir çare bulmuşlar: Eşek ön ayaklarını kaldırıp pencereye dayayacak. Köpek eşeğin sırtına çıkacak. Kedi köpeğin üstüne tırmanacak. Horoz da uçacak, köpeğin tepesine konacak!
Dedikleri gibi yapmışlar. Sonra biri işaret verince hep bir ağızdan şarkı söylemeye başlamışlar: Eşek anırmış, köpek havlamış, kedi miyavlamış, horoz da ötmüş. Sonra şangur şungur pencereden içeri dalıvermişler!
Haydutlar bu korkunç bağrışmayı duyunca oldukları yerde havaya fırlamışlar. İçeriye her halde bir hortlak girdi sanmışlar. Evden çıkıp ormana doğru kaçmaya başlamışlar.
O zaman dört ahbap sofranın başına kurulmuşlar, yemeklerini yemişler. Dört çalgıcı işlerini bitirince ışığı söndürmüşler. Herkes kendi keyfine göre rahat edebileceği bir yer aramış: Eşek gübrelerin üzerine uzanmış, köpek kapı arkasına, kedi ocakta sıcak külün yanına, horoz da bir tüneğin üstüne … Yol yorgunu oldukları için az sonra da hepsi uykuya dalmışlar.
Vakit gece yarısını geçmiş. Haydutlar uzaktan bakmışlar, artık evde ışık yanmıyor, her taraf da sessiz …
Elebaşları: “Boş yere mantara basmamalıydık ama oldu!” demiş. İçlerinden birini oraya yollamış, eve baktırmış. Gönderilen adam her tarafı sessiz bulmuş, mutfağa girmiş. Lamba yakmak istemiş. Kedinin parıldayan gözlerini yanık ateş sanmış, kükürtlü bir çöp almış, bunu ateşte tutuşturmak istemiş. Ama kedi şakadan anlar mı? Hemen adamın suratına atılmış, tırmık içinde bırakmış.
Haydutun korkudan ödü patlamış, arka kapıdan fırlayıp kaçmak istemiş ama oracıkta yatan köpek üstüne saldırmış, bacağını ısırmış. Adam avludan, gübrelere basıp kaçarken eşek de arka bacaklarıyla hatırı sayılır bir çifte savurmuş. Bu gürültülerle uyanan horoz da:
“Ööröö … ” diye avazı çıktığı kadar ötmeye başlamış. Haydut alabildiğine koşarak nefes nefese elebaşının yanına gelmiş:
“Sormayın!” demiş, “Evde korkunç bir cadı oturuyor. Suratıma doğru tısladı, uzun tırnaklarıyla yüzümü gözümü tırmaladı. Kapının önünde bir herif duruyor. Elinde bir kama var. Bacağıma sapladı. Avluda bir canavar yatıyor. Beni meşe sopasıyla patakladı. Damda da hakim oturuyor: ‘Getirin şu keratayı bana!’ diye bar bar bağırıyordu. Zor kaçıp kurtuldum ellerinden … “
O günden sonra haydutlar bir daha eve girmeye cesaret edememişler. Bremen mızıkacıları da ömürlerini bu evde geçirmişler.
(Alman Masalı)