Yıllar önce And Dağları’nda soğuk gözlü bir cadı yaşardı. Bütün yaz boyunca uyur, ilk kar yağışında neşeyle uyanırdı. Çünkü kış onun avlanma ve yemek yeme zamanıydı. Garip bir sihirle çocukları birer birer kendisine çekip onları avlardı. Cadının bunu nasıl yaptığını kimse bilmiyordu. Aslında cadının bu sihrinin sebebi bir toptu. Bu top parlak ve çok renkliydi. Cadı bu sihirli topu çocukların oynadığı yerlere bırakırdı. Tabii hiçbir yetişkinin göremeyeceği kadar da gizli yerlere!
Bir gün gölün yakınında bir erkek ve kız kardeş oyun oynuyorlardı. Sihirli topu küçük bir tepenin üzerinde gördüler. Natalia adlı kız, bu parlak toptan çok etkilendi ve ona doğru koştu. Ama ona yaklaştıkça, sihirli top yuvarlanarak uzaklaşıyordu. Kız yaklaştı, top uzaklaştı, kız yaklaştı top uzaklaştı. Bu böyle bir süre devam etti.
Böylece Natalia topun peşinden koşuyordu. Ağabeyi Luis de onu takip ediyor ve peşinden koşuyordu. İşin tuhaf yanı, sihirli top sadece bir böğürtlen çalısının yakınında ya da kristal berraklığındaki bir suyun kenarında duruyordu. Böylece küçük Natalia, böğürtlenleri yiyerek ve suyu içerek topu takip etmek için enerji topluyordu.
Sonunda Natalia, Luis ile birlikte, iki büyük tepe arasında geniş bir nehrin aktığı vadiye geldi. Arazi kayalarla ve kar parçaları ile doluydu. Çok geçmeden hava kararmaya başladı, ortaya bir sis çıktı ve kar taneleri gökten düşmeye başladı. Bunun üzerine Natalia ve Luis çok korktu. Çünkü ortaya çıkan bu sis ve karanlık onların yollarını kaybetmesine sebep olmuştu.
Çocuklar korku içinde etrafa bakınırken sihirli top bu sefer yavaş biçimde yuvarlandı. Yuvarlandı, yuvarlandı… Siyah bir kayanın üzerinde durdu. Sonunda Natalia onu eline alabilmişti. Ama bu fazla uzun sürmedi çünkü Natalia onun güzelliğine bakarken top aniden yok oldu. Natalia bunun üzerine ağlamaya başladı, Luis ise onu neşelendirmeye çalıştı.
Ancak artık hava kararmıştı. Kardeşler bir kayanın yanında durmuş, Natalia köşeye kıvrılmış ve uykuya dalmıştı. Luis, kız kardeşi dinlenir dinlenmez eve dönüş yolunu bulmaları gerektiğini düşünerek kayanın yanına oturdu. Çok geçmeden Luis de uykuya dalmıştı.
Natalia, şiddetli rüzgardan uzak olduğu için büyük taşlara oyulmuş yerde çok rahattı ve rüyasında evde olduğunu görmüştü. Annesi, diye düşündü, saçlarını tarıyor ve bunu yaparken şarkı söylüyordu. Ama annesi, diye düşünürken, saçlarının çekildiğini hissetti. Natalia acıyla küçük bir çığlık attı ve uyandı. Kalkmaya çalıştı ama başaramadı.
And Dağları’nın yaşlı cadısı o uyurken Natalia’nin yanına gelmiş, saçlarını okşamış ve ona büyü yapmıştı. Natalia görünmez bir balonun içerisindeydi. Hiçbir yere kımıldayamıyordu. Natalia görünmez duvardan kardeşine seslendi ve ağlamaya başladı.
“Abi, bana yardım et kımıldayamıyorum!”
“Deniyorum ama yapamıyorum. İçinden geçemediğim bir şey var. Seni görebiliyorum ama geçemiyorum.”
“Tırmanamaz mısın, Luis?”
“Hayır, Natalia. Uzanabildiğim kadar yükseğe çıktım, ama duvar çok yüksek. Ama ben burada seninle kalacağım, o yüzden korkma.”
Bu esnada yakınlarda, şarkı söyleyen büyük beyaz bir baykuşun sesi geldi:
Karanlık şeyler ve isimsiz şeyler,
Bir meşalenin kırmızı alevinden gelen alevden uzak durun.
“Luis, Baykuşun ne dediğini duydun mu?”
“Evet ama ne dediğini anlamadım.”
“Dinle,” dedi Natalia.
“Karanlığa ait şeyler ve isimsiz şeyler, bir meşalenin kırmızı alevinden gelen alevden uzak durun diyordu. Bu vadideki şeylerin ateşten korktuğu anlamına geliyor olmalı. Beni bırak ve biraz ateş bul!”
Luis kardeşini bırakmak istemiyordu. Tam o sırada çok büyük bir kuş olan Kara Akbabası tepeden uçtu. Akbaba alçalırken, “Ateş buzu yenecek,” dedi.
“Duydun mu kardeşim?” dedi Natalia.
“Akbaba da aynı şeyi söylüyor. Hemen ateş bulmalısın!”
Böylece Luis kız kardeşine veda etti ve havada uçan akbabayı takip ederek vadiden aşağı doğru yola koyuldu. Luis, büyük kuşun onu bir yere götürdüğünü biliyordu ve onu takip etti. Kısa süre sonra akbaba onu bir nehre götürdü. Tepede bir ev vardı fakat evde kimse yoktu. Akbaba yüksekten uçtu ve sonra havada daireler çizerek uzaklaştı. Luis kapıyı iterek açtı, şöminedeki küllerin yanında orada birinin yaşadığını gördü, çünkü ateşi canlı tutmak için kırmızı közler vardı.
Luis biraz su içti o esnada evin sahibi geldi. Adam kızgınlıkla burada ne işi olduğunu sordu. Ancak Luis kız kardeşine olanları anlattığında yaşlı adam, “And Dağları’nın yaşlı cadısı kötüdür. Ama onu yenmenin yolunu bilmiyorum. Söyle bana delikanlı, bunun ne olduğunu biliyor musun?” dedi.
Luis, akbabanın söylediklerini hatırlayarak. “Ateş buzlu ölümü yenecek.” dedi.
Onlar konuşurken akbaba geri geldi ve şöyle dedi:
Soğuk yavaş yavaş büyüyor,ama ateş buzu yenecek.
Yaşlı adam uzanıp ateşin yaktığı bir dalı aldı ve Luis’e verdi. Cesur delikanlı hemen yola koyuldu. Gölün etrafında, nehir kenarı boyunca, karla kaplı yuvaların ve küçük tepelerin üzerinden koştu. Ancak Luis koşarken kaygan bir kayaya bastı ve odun düşüp söndü. Bunun üzerine hemen geri koştu. Yaşlı adamın yanına geldiğinde adam gökyüzüne baktı ve bağırdı:
“İşte akbaba geliyor. Mesajını duymalıyız.”
Akbaba tekrar alçalarak seslendi:
Küçük kızın nefesi artık daha da azalıyor, gece onun buzlu ölümünü getirecek.
Bunu duyan Luis hemen yanan bir çubuk aldı. Gölün etrafında koşarak doğruca dağa yöneldi. Sopayı öyle sıkı kavradı ki parmakları acıdı ama bir an bile bırakmadı.
Luis sonunda ulaşmıştı hemen, yanan çubuğu kız kardeşinin yanındaki kurumuş yosun yığınına daldırdı. Dans eden alevler yukarı sıçradı. Muazzam bir gürültüyle, görünmez duvar kırılmıştı. Artık büyü bozulmuştu.
And Dağları’nın yaşlı cadısının gücü sonsuza dek gitmişti. Natalia ve Luis’e gelince, onlar uzun yıllar yeşil vadide yaşadılar.