Vaktiyle bir mahallede zengin bir adam varmış. Bu adamın iki tane oğlu varmış. Fakat bu adamın çocukları çok şımarık ve başıboşmuş.
Komşulardan yaşlı başlı, akıllı, iyi ahlaklı, herkesin sevdiği bir zat da varmış. Bir gün bu zat:
– Komşu, şu oğullarına biraz din dersleri verdirsen senin için çok iyi ve hayırlı olur. Dini terbiye öğrenen çocuklar güzel ahlaklı olurlar. Sonra bana dua edersin. Bak ben yaşlı, görmüş geçirmiş, tecrübeli bir adamım. Siz daha gençsiniz, ne de olsa tecrübeniz azdır. Çocuklarına bir din dersi hocası tut, onlara edep, terbiye, din, ahlak, fazilet dersleri versin. Sonra çok rahat edeceksin ve bana dualar edip hatırlayacaksın., der.
Çocukların babası, tecrübesi az, çok zengin olduğundan şımarıkça aklı pek iyi ermiyor, iyi derin, inceden inceye düşünemiyormuş, çünkü yaşı gençmiş. Biraz da dünyaperestmiş. Bunun için, o güngörmüş ihtiyar komşunun öğütlerine kulak vermediği gibi şöyle konuşmuş:
– Ben çocuklarıma çok servet bırakıyorum. Bırakacağım miras onlara yeter. Din derslerine ahlak derslerine ihtiyaçları yoktur, diyerek ihtiyarı azarlamış.
Aradan on-on beş sene geçmiş. Bir gün oğullarıyla beraber sofrada yemek yerken adam küçük oğluna:
-Oğlum bana biraz su verir misin? der. Küçük oğlu babasına:
– Baba! Su karşında duruyor, bardak orada, sürahi orada, alıp iç, der.
Küçük kardeşinin babasına karşı böyle konuşmasına güya kendi aklınca üzülen büyük oğlu da söze karışıp şöyle demiş:
Baba, sen bu çocuğun huyunun, ahlakının böyle olduğunu biliyorsun, bir de kalkıp ondan su istiyorsun! Sürahi yanında durup durur, uzanıver de koyup kendin iç, biraz da bana ver der.