Bir gün annesi küçük Ayşe’ye: “Bütün gün dikiş diktim. Akşama yiyecek bir şey hazırlayamadım. Haydi ırmak kıyısına git de balık tut… Büyücü kadının evinin önünden geçerken de uğrayıp birkaç kuruş vermeyi unutma. Yoksa küser ve sonra çok kötü olur.” dedi.
Ayşe, balık tutmaya gitti. Büyücü kadının evinin önünden geçerken, büyücü kadın sordu:
“Benim için bir şeyler getirdin mi?”
“Bir şey getirmedim.” dedi Ayşe de. Çünkü elindeki paralarla karamela almayı düşünüyordu. Bu sözleri işiten büyücü kadın kızdı:
“Yalancı çocuk!” dedi, “Bu akşam ısırgan otu çorbası iç de gününü gör!”
Ayşe bu sözlere omuz silkerek karşılık verdi, ırmak kıyısına gelip oltasını suya atar atmaz, kocaman bir turna balığı yakaladı.
Balık: “Sen beni yakaladığını sanıyorsun ama asıl ben seni lup diye yutacağım!” dedi.
Bu sözleri işiten zavallı Ayşe, oltayı bıraktığı gibi var gücüyle koşarak eve döndü. Biraz soluklanıp annesine:
“Çok kötü anneciğim!” dedi, “Bu gün bir tek balık bile yok!” “Ne yapalım” dedi annesi de, “Biz de ısırgan otu çorbası içeriz!” Bu Ayşe’nin hiç hoşuna gitmedi ama yapacak bir şey yoktu.
Çok acıktığı için istemeye istemeye çorbayı içmek zorunda kaldı.
Ertesi gün annesi: “Bütün gün çamaşır yıkadım.” dedi “akşama yiyecek bir şey hazırlayamadım. Haydi ormana git de tuzağa yakalanmış bir hayvan bul getir. Büyücü kadının evinin önünden geçerken de uğrayıp birkaç kuruş vermeyi unutma. Yoksa küser ve sonu kötü olur.” Ayşe kendi kendine:
“Bu paralarla kendime leblebi şekeri alırım!” dedi.
Büyücü kadının evinin önünden geçerken de: “Bugün de sana verecek bir şey yok!” diye seslenmeyi unutmadı.
“İyi öyleyse” dedi büyücü kadın da; “Bu akşam da ısırgan otu çorbası iç de gününü gör!”
Ayşe bu sözlere omuz silkerek karşılık verdi ve ormanın yolunu tuttu. Ağaçların arasındaki tuzağa güzel bir sülün yakalanmıştı. Ayşe, sülünü tuzaktan çıkarıp almak için elini uzattı. Ama birden sülün büyüyüp irileşmeye başladı, koca bir kartal kadar oldu.
“Sen beni yakaladığını sanıyorsun ama asıl seni alıp götürecek olan benim!” dedi sülün.
Bu sözleri işiten zavallı Ayşe, var gücüyle koşarak eve döndü.
Biraz soluklanıp annesine: “Çok kötü anneciğim!” dedi, “Bu gün bir tek hayvan bile tuzağa düşmemiş!”
“Ne yapalım” dedi annesi, “Biz de ısırgan otu çorbası içeriz!” Ayşe, cebindeki paraları düşünerek çorbayı içmek zorunda kaldı. Ertesi gün annesi:
“Bütün gün sökük diktim” dedi, “Akşama yiyecek bir şey hazırlayamadım! Haydi git de patates topla. Büyücü kadının evinin önünden geçerken de uğrayıp birkaç kuruş vermeyi unutma. Yoksa küser ve kötü olur!”
Ama Ayşe büyücü kadının evinin önünden geçerken: “Bu gün sana verecek bir şey yok!” diye seslenmeyi de unutmadı.
“İyi öyleyse” dedi büyücü kadın da; “Bu akşam yine ısırgan otu çorbası iç de gününü gör!”
Ayşe yine aldırmadı ve gidip patatesleri topladı, çuvala doldurdu. Ama yolda, çuval gittikçe kendisine ağır gelmeye başladı. Çuvalı açıp içine bakınca bir de ne görsün? Patatesler kocaman birer bal kabağına dönüşmemiş mi?
Ayşe, çuvalı olduğu yerde bırakıp doğruca kente gitti. Kocaman bir reçelli çörek alıp eve döndü. Büyücünün evinin önünden geçerken: “Sana hiç para vermedim.” dedi, “Paraları biriktirdim. Her akşam ısırgan otu çorbasım da içtim. Ama şimdi istersen seninle dost olabiliriz. Bizim eve gel. Bu çöreği birlikte yiyelim.”
“Olur, gelirim.” dedi büyücü kadın. Sonra Ayşe ile birlikte yola çıktılar. Ayşe’nin annesi onları görünce çok telaşlandı ve üzüldü.
“Eyvah!” dedi, “Size sunacak ısırgan otu çorbasından başka bir şey yok!” Ayşe şaşkınlıkla tencereye doğru baktı.
“İyi ama anne, tencereden çok güzel yemek kokuları geliyor.” dedi. Bu sözleri işiten büyücü kadın gülümsedi:
“Özür dilerim, dedi. Isırgan otu çorbasını sevmediğim için tencerenin içindeki yemeği değiştirdim.”
(Türk Masalı)
İyilik, hiçbir zaman boşa gitmeyen, tek yatırımdır.
Henry David Thoreau