Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, memleketin birinde Ali Baba ve Kasım adlı iki kardeş yaşarmış. Bunlar yoksul aile çocuklarıymış. Kader bu ya, Kasım, mal dal sahibi çok zengin bir kadınla evlenmiş. Ali Baba’nın şansı açık değilmiş.
– “Çulsuza, çulsuz yakışır!” deyip, yoksul bir kadınla evlenmiş.
Gel zaman, git zaman… Derken, üç eşeği olmuş. Ali Baba onları önüne katar, ormanda odun kesip ailesine bakarmış. Yine böyle odun yaptığı bir gün, uzaktan yanına doğru birçok atlının geldiğini görmüş. Soyguncu olabileceklerini düşünüp bir ağacın tepesine çıkmış. Atlılar, tam da onun gizlendiği ağacın altında durmuşlar. Ali Baba üşenmemiş, adamları saymış. Kırk kişi oldukların öğrenmiş. Eşkıya bellediği bu adamlar, hırsızmış. Ali Baba korkmuş, üstüne uzandığı ağacın dalına yapıştıkça yapışmış, hiç kıpırdanmamış. Gelenler, atların üzerindeki torbalarını sırtlanmışlar, önderlerinin peşinden yürümüşler. Torbaları ağır olduğundan, taşımakta güçlük çekiyorlarmış.
Bu hırsızların başı, karşıdaki koca kayanın yanına gidince, seslenmiş:
– “Açıl susam, açıl!” demiş.
O da ne? Koca kaya açılmış, hırsızlar sırtlarındaki torbalarıyla birlikte bu kapıdan içeri girmişler. Son hırsız da içeri girince, kaya kendi kendine kapanıvermiş. Ali Baba, olduğu yerde kalmış. Az sonra adamlar, kayanın önünde görünmüşler. Başları, bu defa da şöyle demiş:
– “Kapan susam, kapan!”
Koca kaya, hemen kapanıvermiş. Ağacın altında bıraktıkları atlarına binip çekip gitmişler. Ali Baba, hemen ağaçtan inmiş. Doğruca karşıdaki koca kayanın yanına gitmiş. Aklında tuttuğu sözlerden ilkini söylemiş.
– “Açıl susam, açıl!”
Koca kayanın kapısı açılıvermiş. Ali Baba, oldukça aydınlık ve geniş olan girişi görünce şaşırmış. İçeride, yığın yığın altınlar, gümüşler, elmaslar, ipekli kumaşlar, içi para dolu sandıklar varmış. Ali Baba, sağına soluna bakmış, köşede gördüğü çuvalların üç tanesini altınla doldurup, hızla dışarı çıkmış.Çuvalları eşeklerine yükleyerek şehrin yolunu tutmuş. Eve gelince karısı gözlerine inanamamış. Ali Baba, ne olduğunu karısına anlatmış. Karısı sevinmiş, taşınan çuvalları tek tek boşaltmaya başlamışlar. Karısının aç gözlülük damarı kabarmış, bütün altınları saymak istemiş. Ali Baba;
– “Hayır!” demiş. “Bir çukur kazarak gömelim!” Ama karısı altınlarının sayısını bilmek istiyormuş. Kocasına:
– “İstersen dışarı çık, çukur kaz. Ben de varıp gideyim, komşudan bir ölçek alayım. Aşağı yukarı ne kadar paramız var, hiç olmazsa bunu öğreniriz, olmaz mı?” demiş. Ali Baba, onu uyarmış:
– “Karıcığım, orada burada sakın ağzını yayma! Bu iş, gizli iş. İkimizden başka hiç kimse bunu duymamalı.” Karısı:
– “Duymayacak!” deyip, kocasını inandırmış, Ali Baba’nın kardeşi Kasım’ın evine gitmiş. Avluda gördüğü eltisinden bir ölçek istemiş. Kasım’ın karısı sormuş:
– “Ölçek mi? Hangisini istiyorsun? Büyüğünü mü, küçüğünü mü?”
– “Küçüğü benim işimi görür.”
Kasım’ın karısı Ali Baba’nın fakir olduğunu biliyordu. Ne ölçeceklerini merak ederek ölçeğin altına bir kat koyu bal sürmüş. Ali Baba’nın karısı evine dönünce altınları ölçmeye başlamış. Kocası, onun ölçüp bir kenara ayırdıklarını götürüp kazdığı çukura gömmüş. İş bitince aldığı ölçeği, bekletmemiş, hemen geri vermiş. Ancak ölçeğin altına üstüne bakmamış. Kasım’ın karısı ölçeğin dibine yapışıp kalan nal gibi altını görünce şaşıp, kalmış.
– “Ali Baba’nın bu kadar çok altını var, ha!.. Nereden almış ki?..” diye düşünmeye başlamış. Düşündükçe nerdeyse aklını oynatacakmış. Akşam olmuş. Kocası Kasım’ı büyük bir heyecanla kapıda karşılamış. Hemen adamcağıza çıkışmış.
– “Zenginlikte, Ali Baba aranızda yarışsanız sana sıfır çektirir. Biliyor musun, sen altınlarını ocak başına oturup tane tane sayarken, Ali Baba, ayarla ölçüyor.” Kasım, şaşırıp öylece kala kalmış. Karısı, olup biteni ona da anlatmış. Kasım, Ali Baba’yı kıskanmış. Sabah olur olmaz erkenden kalkıp kardeşi Ali Baba’nın evine gitmiş, kardeşine çıkışmış.
– “Ali Baba!”, demiş, “Hani sen fakirdin? Küp küp altınlarını neden bizden sakladın?”
– “Demek öyle ha? Neredeymiş bu altınlar”
– “Şimdi anlamazlıktan geliyorsun değil mi? Verdiğimiz ölçeğin dibine yapışan nal gibi altınlardan daha kaç tane var?” Ali Baba kardeşi duyduklarını, başkasına söylemesin diye, gömdükleri altınlarının yarısını ona vermiş, başka kimselere söylememesini sıkı sıkı tembih etmiş. Kasım yaygarayı basmış:
– “Bu hazinenin yerini ben de görmeliyim. Götürüp göstermezsen, herkese söylerim.” Bunda bir kötülük düşünmeyen Ali Baba;
– “Yarın sabah olunca yola çıkarız. Seni oraya götüreceğim.” demiş, kardeşini evine uğurlamış. Kasım, sabah olunca Ali Baba’yı beklemeden ormana gitmiş. Koca kayaya gelince Ali Baba’dan öğrendiği sözleri tekrarlamış:
– “Açıl susam, açıl!” demiş.
Emri alan kapı, hemen açılmış. İçeri dalan Kasım’ın gözleri kamaşmış. Tıka basa dolu hazineyi görmüş. Yanında getirdiği bütün çuvalları doldurmuş. Son çuvalı da doldurduktan sonra çıkış kapısına yönelmiş. Ancak işin kötüsü, en umulmazı başına gelmesin mi? Kasım, kapıyı açacak sihirli sözleri bir türlü hatırlayamamış. Ne söylediyse mümkünü yok, kapı açılmamış. Korkusundan ölüp ölüp dirilmiş. Can derdine düşmüş, kaçacak yer aramış. Ama başka hiçbir delik, hiçbir iz bulamamış. Öğle zamanı haramiler mağaralarına gelmişler. Kasım’ın, atını görüp şüphelenmişler. Hazinelerinin bilinip bulunduğunu anlamışlar. Harami seslenmiş:
– “Açıl susam, açıl!”
Kapı açılmış. Haramileri Kasım’ı yakalamış. Haramilerin başı konuşmuş:
– Sen kimsin? Ne işin var burada?
– Ben kasım. Ali babanın abisiyim, burayı bana o öğretti. Biraz daha altın almam için beni gönderdi. Beni affedin, ben suçsuzum. Ali babayı bulun.
Kasım böyle söylese de haramilerin başı hemen onu sımsıkı bir iple bağlamış ve Kasım’dan evin yerini tarif etmesini istemiş. Kasım o kadar çok korkmuşki hemen yolu tarif etmiş. Haramilerin başı, kimsenin bu gizli mağaralarını öğrenmesini istemediğinden, onu da mağaraya getirip hapsetmek istiyormuş.
O gece Kasım eve dönmeyince, karısı onu çok merak etmiş. Ali babanın evine gitmiş. Ağlaya ağlaya Kasım’ın eve gelmediğini, onu çok merak ettiğini anlatmış. Bunu duyan Ali Baba, Kasım’ın mağaraya gittiğini hemen anlamış. Kasım’ı aramak için evden çıkarken kapısında kocaman kırmızı bir çarpı işareti görmüş. Ali Baba, kendi kendine bu da nedir, diye söylenirken karısı: “Bana bir iki dakika verin.” diye oradan ayrılmış. Ali Baba’nın karısı çok akıllı bir kadınmış bunu haramilerin yaptığını anlamış. Gidip boyacıdan bir kutu kırmızı boya almış ve mahallede bulunun tüm evlerin kapısına çarpı işareti koymaya başlamış.
Gece yarısı haramiler Ali Baba’yı yakalamak için sokağa girdiğinde tüm evlerde çarpı işareti görmüşler. Hangisinin Ali babanın evi olduğunu çözememişler. Kafaları karışan haramiler geri dönüp Ali Baba’nın evini iyice öğrenip gelmeye karar vermişler. Ertesi gün haramiler ,çevredeki esnaflardan Ali babanın evini iyice öğrenmişler.
Haramilerin başı 40 küp almış ve bu küplerin 39’una haramilerini gizlice sokmuş. 40. küpe de yağ doldurup Ali babanın kapısını çalmış. Ali Baba’ya:
– İyi akşamlar, ben yağ tüccarıyım. Çok uzak yoldan geldim. Beni bu gece misafir eder misiniz? Size bir küp de yağ hediye ederim.
Ali Baba çok iyi niyetli biri olduğundan yardımcı olmak isteyip kabul etmiş. Adamı içeri buyur etmiş, hep birlikte akşam yemeğine oturmuşlar. Ali Baba’nın karısı yemeğe biraz daha yağ eklemek için mahzene inmiş. Bu sırada etraftaki fısıltıları duymuş:
– Ne zaman çıkacağız?
– Zamanı geldi mi?
– Çıkalım mı?
– Haber bekleyin!
Durumu anlayan Ali babanın karısı, hemen mutfağa geri dönmüş ve kocaman bir kazanda yağ kaynatmış. Kaynattığı kazandaki yağdan bir kepçe alıp küplerden bir tanesine dökmüş. Üstüne kızgın yağ gelen harami, çığlıklar atarak küpten fırlamış ve evden kaçmış. Bu sesten korkan diğer haramiler de ne olduğunu anlamadan teker teker küplerinden fırlayıp kaçmışlar. Olan bitenden haberi olmayan haramilerin başı içeride yemek yiyormuş. Zamanın geldiğini düşündüğü vakit bağırmış:
– Haramilerim çıkın dışarı vakit tamam!
O da ne? Etrafta ses soluk yokmuş. Sonra elinde kepçeyle duran Ali Baba ‘nın karısını görmüş ve hemen neler olduğunu anlamış. O da aynı duruma düşmemek için kaçmaya çalışınca, Ali baba ve oğlu onu yakalayıp sıkı sıkı bağlamışlar,ve muhafızlara teslim etmişler.
Bundan sonra sıra abisi Kasım’ı kurtarmaya gelmiş, Ali Baba çabucak mağaraya gitmiş. Mağanın başında şöyle demiş:
– Açıl susam açıl!
Kardeşini karşısında gören Kasım, sevinçten havalara uçmuş. Önemli olan şeyin mal mülk olmadığını anlamış. İkisi birlikte eve dönmüşler. Ali baba sayesinde o ülke bir daha haramileri hiç görmemiş. Mağarada bulunan altınları herkese eşit olarak dağıtılmış. Tüm ülke artık çok zengin olmuş. Ali Baba ve Kasım aileleriyle birlikte ömürlerinin sonuna kadar rahat ve mutlu yaşamışlar.
Gökten düşmüş, üç sihirli elma. Biri bu masalı yazanın başına, biri dinleyenin, biri de okuyanın başına..