Bir varmış, bir yokmuş… Uzak mı uzak diyarların birinde Sindirella adında güzeller güzeli bir kız babası ile birlikte yaşarmış. Annesi uzun zaman önce vefat edince babası ile birlikte birbirlerine kol kanat germişler. Sindirella’nın babası bir gün yeniden evlenince bu güzeller güzeli kızın hayatı tamamen değişmiş.
Babasının evlendiği kadın iki tane kızı ile birlikte onların evine yerleşmiş. Eve yerleşirken Sindirella’yı görmüş ve güzelliği karşısında şok olmuş. Hem şok olmuş hem de çok kıskanmış. Kıskanmış çünkü üvey annenin iki kızı da hiç güzel değilmiş. İkisi de hem çok şişman hem de çok görgüsüz kızlarmış. Fakat Sindirella pamuk gibi cildi, upuzun saçları, incecik vücudu ve zarif davranışları ile hem üvey annenin hem de kızların kıskançlık krizlerine girmesine sebep oluyormuş. Bir gün üvey annesi bağırmaya başlamış:
–Sindirella, bundan böyle sen yukarıda tavan arasında yaşayacaksın. Ev işlerinin hepsini sen yapacaksın. Bu güzel kıyafetlerle evde dolaşmanı istemiyorum. Hizmetçinin giydiği eski ve yırtık kıyafetlerden giyeceksin. Bulaşıkları ve çamaşırları yıkayacak, ben izin vermeden oturmayacaksın.
Sindirella ne diyeceğini bilememiş. Babasına söylemek istemiş fakat babası iş seyahatine çıkmış ve en az bir ay gelmezmiş. Çaresizce söylenenleri yapmak zorundaymış. Odasındaki bütün eşyalarını toplayıp tavan arasına yerleşmiş.
Sindirella o günden sonra evin bütün işlerini tek başına yapmaya başlamış. Çok yoruluyormuş ama ne üvey annesi ne de kız kardeşleri onun bu haline acıyorlarmış. Üçü de sadece rahatlarına düşkün tiplermiş, bütün gün yatıyor ve Sindirella’yı hizmetçi gibi kullanıyorlarmış. Bir gün üvey kardeşler Sindirella’nın yanına gelmiş:
-Hey, senin adın Sindirella falan değil artık. Bundan sonra senin adın Külkedisi olsun. Aynı bir kedi gibi bütün gece sobanın yanındaki küllerin içinde uyuyorsun’ diyerek gülüşmeye başlamışlar. Sindirella ise gözyaşlarını saklayarak işini yapmaya devam etmiş. Tavan arası çok soğuk olduğu için geceleri gizlice sobanın yanına kıvrılıp orada uyuyormuş. Üvey kız kardeşleri de bu durumla dalga geçip ona ‘külkedisi’ diye takma isim takmışlar.
Günler bu şekilde geçip giderken bir gün kasabanın meydanında duyuru okunmuş. Bu duyuru saraydan gelen bir duyuruymuş. Genç ve yakışıklı prens ülkedeki tüm genç ve bekâr bayanların katılacağı büyük bir balo düzenleyecekmiş. İki üvey kız kardeş bu haberi duydukları gibi hazırlık yapmaya başlamışlar. Üvey anne de en az onlar kadar heyecanlıymış.
– Kızlarım benim, en güzel kıyafeti ve en güzel ayakkabıyı bulmamız gerek. Prens mutlaka ikinizden birini seçmeli. Böylelikle hepimiz sarayda yaşamaya başlarız.
Kızlar da annelerine katılıyormuş. Haftalarca süren hazırlıklar sonunda bedenlerine uygun birer elbise diktirmişler. Her gün aynanın karşısına geçip kıyafetlerini deniyor ve ‘en güzel biz olacağız’ diye kendi kendilerini övüyorlarmış.
Günler haftaları kovalamış derken balo günü gelmiş, çatmış. Sabah erkenden kalkan üvey kardeşler hemen Külkedisi’ni çağırmışlar:
-Külkedisiiii! Külkedisii! Ay neredesin sen sabahtan beri? Bugün büyük gün, hazırlanmamız lazım. Hadi bize banyoyu hazırla hemen.
Külkedisi o gün üvey kardeşlerinin etrafında pervane olmuş resmen. Onu getir bunu götür derken üvey kardeşleri sonunda hazır hale gelmiş. Üvey anne iki tane kızını alarak saraya doğru yola çıkmış. Külkedisi ise arkalarından bakakalmış. Evde tek başına kalan Külkedisi ağlamaya başlamış. ‘Neden ben de saraya gidemiyorum ki’ diye geçirmiş içinden.
O sırada bir ışık belirmiş evin içinde. Külkedisi ne olduğunu anlayamamış önce. Işığa doğru bakakalmış. Ve ışığın içinden güzeller güzeli bir peri çıkmış.
Peri: ‘Güzel Sindirella. Ağlama. Sen de saraydaki o davete gideceksin’ demiş.
Külkedisi gözlerine inanamıyormuş. Külkedisi:
-Nasıl gideceğim ki peri kızı? Baksana şu üzerimdekilere!
Peri kızı yavaşça külkedisinin kulağına eğilmiş. Peri:
-Benim burada olmamın sebebi de bu zaten. Hadi şimdi bana bir tane balkabağı getir. Bir de 6 tane fare ile bir tane kedi.
Külkedisi peri kızın neden bunları istediğini anlamamış ama soru sormadan denilenleri yapmış. Tüm istediklerini peri kızın önüne getirmiş. Peri kız elindeki asa ile her şeye dokunmuş ve o da ne! Balkabağı güzel bir faytona, altı tane fare altı tane güzel ata, kedi de faytonu kullanan arabacıya dönüşmüş. Külkedisi şaşkınlıkla peri kızına bakarken peri kızı elindeki asa ile ona da dokunmuş ve Külkedisi’nin üzerindeki yırtık elbise muhteşem bir balo elbisesine, terlikleri ise camdan yapılmış parıl parıl parlayan bir ayakkabıya dönüşmüş. Peri gülümseyerek Külkedisi’ne dönmüş:
-Evet güzel kız. Şimdi baloya gitme zamanı. Ama şunu sakın unutma. Saat 12 olduğunda mutlaka evde olmalısın. Çünkü saat 12 de her şey eski haline geri dönecek.
Külkedisi o kadar mutluymuş ki gerçek olduğuna inanamamış. Peri kızın söylediklerini dinlemiş ve faytona binip hızlıca saraya doğru yola çıkmış.
Külkedisi saraya geldiğinde balo daha yeni başlamış. Balonun yapıldığı salondan içeri giren Külkedisi’ni gören herkes adeta büyülenmiş. Külkedisi o kadar güzel gözüküyormuş ki… Üvey anne kızları ile birlikte bu gelen bayanı görmüş ve güzelliği karşısında dilleri tutulmuş. O sırada prens Külkedisi’ni merdivenlerden inerken görmüş ve daha ilk görüşte âşık olmuş. Hayran gözlerle Külkedisi’nin elinden tutmuş ve bütün gece ellerini bırakmadan sürekli onunla dans etmiş.
Saat 12’ye yaklaştığında Külkedisi’nin aklına peri kızın söyledikleri gelmiş. Her şeyin eski haline döneceğini düşünmüş ve panikle prensin elini bırakıp koşmaya başlamış. Prens arkasından bağırıyormuş:
-Güzel bayan nereye gidiyorsunuz? Lütfen isminizi söyleyin.
-Üzgünüm prensim. Gitmek zorundayım.
Külkedisi var gücüyle koşmaya başlamış. Koşarken ayakkabısının biri ayağından çıkmış fakat geri dönüp alacak vakti bile yokmuş. Biraz uzaklaştığında saat 12’yi vurmuş ve üzerindeki her şey eski haline dönmüş.
Prens sarayın dış tarafında az önceki güzel bayanı ararken yerde parlayan ayakkabıyı fark etmiş. Eline aldığında o bayanın ayakkabısı olduğunu anlamış. ‘Bu ayakkabının sahibini mutlaka bulmam lazım’ diyerek tüm yardımcılarına yarından tez yok bütün ülkedeki bayanlara bu ayakkabı deneteceklerini buyurmuş.
Külkedisi soluk soluğa eve gelmiş ve hemen tavan arasına saklanmış. Bütün geceyi tekrar zihninde canlandırmış. Prens o kadar yakışıklıymış ki, Külkedisi’nin aklını başından almış. Külkedisi Prens’e âşık olmuş ama onun aşkı maalesef çaresiz bir aşkmış. Prens onu nasıl bulacakmış ki? Hem de bu kıyafetlerle nasıl tanıyacakmış?
Prens ertesi günden itibaren tüm ülkeyi gezerek ayakkabının sahibini aramaya başlamış. Bıkmadan usanmadan bekâr tüm genç kızlara ayakkabıyı denetiyormuş. En son olarak da Külkedisi’nin olduğu eve gelmiş.
Eve girdiğinde iki üvey kız kardeş ayakkabının ayaklarına olması için yapmadıklarını bırakmamışlar. Fakat ayakkabı çok zarif bir ayağın ayakkabısıymış. Bu iki kızın da ayakları oldukça tombikmiş. Prens tam umudu kırılmış bir şekilde evden ayrılacakken arkadan gelen bir sesle irkilmiş:
-Ayakkabıyı ben de deneyebilir miyim?
Üvey anne ve iki kızı kahkahalarla gülmeye başlamışlar. Üvey anne:
-Külkedisi, saçmalama, gir çabuk içeri. Sen kim, o ayakkabının sahibi olmak kim?
Prens anında susturmuş kadını. Külkedisinin eski kıyafetler içinde olsa bile güzelliğini fark edebiliyormuş.
Prens: ‘Güzel bayan, lütfen siz de dener misiniz?’
Külkedisi ayağını uzatmış ve ayakkabı ayağına tam oturmuş. Üvey anne ve kızları şaşkınlıktan ağzı açık bir şekilde Külkedisi’ne bakıyorlarmış. Prens ise hayran bakışlarla Külkedisi’nin elinden tutmuş:
Prens: ‘Güzel bayan, lütfen benimle evlenir misiniz?’
Külkedisi Prens’in teklifini mutlulukla kabul etmiş. Üvey anne ve kızları kıskançlıktan bayılmış. Prens ise Külkedisi’ni alarak saraya doğru yola çıkmış. Saraya vardıklarında hemen düğün hazırlıklarına başlamışlar. Ve ertesi gün dillere destan bir düğünle evlenip mutlu bir prens ve prenses olmuşlar.
Gökten üç elma düşmüş, üçü de Külkedisi gibi iyi yürekli insanların olmuş.